30 Nisan 2009

Güneşin Oğlu (2008)

Tür: Komedi / Romantik / Fantastik
Yönetmen: Onur Ünlü
Süre: 90 dakika
Oyuncular: Haluk Bilginer, Özgü Namal, Köksal Engür, Bülent Emin Yarar, Hümeyra, Tansu Biçer, Ahmet Kural, Görkem Yeltan, Burçin Yıldırım, Serkan Keskin, Levent Öktem, Gamze Demirbilek, Özkan Meşe, Ferit Kaya, Sinan Urundaş
Emekli edebiyat öğretmeni Fikri Şemsigil (Köksal Engür) parkta oturup gazete okurken, teleskopla gökyüzünü inceleyen Ahmet (Ahmet Kural), olduğu yere yıkılır. Ona yardım etmek yerine teleskobu alıp evinin yolunu tutan Fikri’nin aklından, öğrenci Şule’yi (Özgü Namal) gözlemek geçmektedir.

Güneş tutulması sırasında evine kurduğu teleskobun yönünü gökyüzüne çevirdiğinde, Fikri’nin ruhu bedeninden çıkar. Gözlerini Ahmet’in bedeninde açan Fikri’nin aklı karışmıştır. Fakat karşısında durup konuşan kişi Şule olunca, çabuk toparlanır.

Bu mucizenin gerçekleşmesiyle birlikte Fikri, çevresindeki insanların hayatlarını, farklı açılardan görebilmenin tuhaf hissini yaşayacaktır.

Türk sinemasında görmeye alışık olmadığımız tarzda hazırlanmış film, modern yapımlara yöneliş olarak görülebilir. Bu farklılıkla birlikte, olumsuz tepkilerin gelmesi kaçınılmazdır.

Emre Türker

Picture: filmafis

29 Nisan 2009

Issız Adam (2008)

Tür: Dram / Romantik
Yönetmen: Çağan Irmak
Süre: 113 dakika
Oyuncular: Cemal Hünal, Melis Birkan, Yıldız Kültür, Şerif Bozkurt, Gözde Kansu, Aslı Aybars, Goncagül Sunar
Kendini kanıtlamış restoran sahibi Alper (Cemal Hünal), aşk konusunda iradesizdir. Sapıkça tutkuları yüzünden, hayat kadınlarıyla vakit geçirmektedir.

Bir gün sahafları gezerken Ada’yla (Melis Birkan) karşılaşır. Ada, çocuk kostümleri hazırlayıp satan küçük bir dükkânı işletmektedir.

Orta yaş bunalıma giren Alper, ilgisiz görünen Ada’nın etrafında pervane olur. Tek eksiği vardır ki, o da kadınlara nasıl duygusal anlamda yaklaşılacağını bilmemesidir. Belki de ada, onun en önemli şansı olacaktır.

Seksüel ilişkilerle cinselliğin ön plana getirildiği bir film gibi düşünülse de, sonraki zamanlarda başlangıcın konuyla ilgisini anlıyorsunuz. Erkeğin tutkusu ve kadının ılımlı tavrı, iyi sahnelenmiş. Harika finale sahne olan film, izlemeye değecektir.

Emre Türker

Picture: poster.bakiniz

27 Nisan 2009

Her Yaştan Bir Ben Var Çevremde

Yaşamını parmakla gösterdiğim saygıdeğer adamla, karşılıklı oturuyoruz. Emektar öğretmenlerin mekânında, garsonlar “ne içersiniz” gibi klasikleşmiş cümlelerle rahatsız etmiyor ziyaretçileri.

Etli butlu bir çocuk, plastik topuyla kendi dünyasında dolaşırken, yan masada düşünceli biri, kitabını okuyor. Yol üstünde bekleyen dönemin ütopik fikirli ve anti düşünceli uzun saçlı genci, yoldan geçen öğrenci kızların laf atmaları sırasında sigarasını tüttürürken, geleceğini hayal ediyor. Aşkları, sinirsel titreşimleri, okul sonrası, okul öncesi ve dersleri düşlüyor. Sahilde balık tutanlar, yanındaki dostlarıyla kahve molası konuşmaları yaparken, sonuçsuz ekonominin çıkmaz sokaklarında dans ediyor.

Pop-Rock müzik nağmeleri kulağımıza gelirken, her dönemin popüler dansı, sırasıyla sahneleniyor. Servisine az önce kaçırmış olmanın ezikliğiyle işe nasıl gideceğini düşünenler, yola koyuluyor. Hava önce karanlık, sonra aydınlık ve yine karanlık…

Tavlanın standart dizilimini yaparken, zar atma sırası bana geçiyor. İyice çalkalayıp fırlattığım zarlar, yerçekiminin gücüyle oyun sahasına düşerken, sayıları göremiyorum. Çünkü cilalı beyaz kemiklerin üzerinde, içinden çıkamadığım planlar kazınmış. Sonrasında anlıyorum ki, kelimelere döktüğüm tüm ayrıntılarda ben varım, başka kimse yok...

Emre Türker

Picture: deviantart

Pulp Fiction (1994)

Türkçe Adı: Ucuz Roman
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Quentin Tarantino
Süre: 154 dakika (kesintisiz 168 dakika)
Oyuncular: John Travolta, Samuel L. Jackson, Tim Roth, Amanda Plummer, Eric Stoltz, Bruce Willis, Ving Rhames, Phil LaMarr, Maria de Medeiros, Rosanna Arquette, Peter Grene, Uma Thurman, Duane Whitaker, Paul Calderon, Frank Whaley, Burr Steers, Bronagh Gallagher, Susan Griffiths, Steve Buscemi, Eric Clark, Joseph Pilato, Brad Parker, Christopher Walken, Carl Allen, Stephen Hibbert, Julia Sweeney, Jerome Patrick Hoban, Chandler Lindauer, Robert Ruth, Rich Turner, Quentin Tarantino, Harvey Keitel
Az sonra bir restoranda soygun gerçekleştirecek çift, aynı yerde karınlarını doyururken plan yapmaktadır.

Karanlık dünyanın insanlarından Marsellus Wallace (Ving Rhames), iç hesaplaşma için adamları Vincent Vega (John Travolta) ve Jules Winnfield’ı (Samuel L. Jackson) görevlendirmiştir. Bu arada kendisi de, Butch Coolidge (Bruce Willis) adlı boksörle maç sonucu hakkında şike anlaşmasındadır.

Aynı günün gecesinde Vincent, Marsellus’un ricasıyla onun karısı Mia’yı (Uma Thurman) gece dışarıya çıkaracaktır. Fakat gecenin stresi şimdiden üzerindedir.

Pulp Fiction; absürt diyaloglarla süslenmiş, kanlı canlı bir Quentin Tarantino klasiğidir. Sırasıyla gerçekleşen olaylar, ileri geri oynamalarla birbirine bağlanmıştır. Dünya çapındaki sıralamalarda önemli yere sahip olan film, Tarantino’nun tarzını bilmeyen veya onaylamayan izleyiciyi sıkabilir.

Emre Türker

Picture: impawards

26 Nisan 2009

A Life Less Ordinary (1997)

Türkçe Adı: Olağanüstü Bir Hayat
Tür: Dram / Romantk / Komedi / Fantastik
Yönetmen: Danny Boyle
Süre: 103 dakika
Oyuncular: Ewan McGregor, Cameron Diaz, Holly Hunter, Delroy Lindo, Dan Hedaya, Ian McNeice, Frank Kanig, Mel Winkler, Stanley Tucci, Anne Cullimore Decker, K.K. Dodds, Tony Shalhoub, Christopher Gorham, Ian Holm, Maury Chaykin, Timothy Olyphant, David Stifel
İlişkilerdeki ayrılıklar, birlikteliklerin önüne geçmiştir. Bu konuda, acilen hayata müdahale edilmesi gerekmektedir.

Bir şirkette temizlik görevlisi olarak çalışan hayalperest Robert Lewis (Ewan McGregor) için işler ters gitmektedir. Kendisinin yapabileceği iş için temizlik robotu alınınca, görevine son verilir. Aynı gün eşi tarafından terk edilir. Yaşadığı evdeki eşyalara da hacizle el konulur.

Celine (Cameron Diaz), Robert’in işine son veren paragöz bay Naville’in (Ian Holm) kızıdır. Şimdiye kadar hiçbir erkeği eş olarak uygun görmediğinden evlenmemiştir. Kızının asi tavırlarından bıkan bay Naville, Celine’nin işyerinde çalışması konusunda diretecektir.

Bu sırada işini geri isteyen Robert, Naville’in ofisine baskın düzenleyerek Celine’i kaçırır. Fakat kaçırma operasyonu, babasının tavırlarından bunalan Celine’in şahsi becerisiyle gerçekleşir. Saf Robert’in bundan sonraki aşamada, sert kadın Celine’den öğreneceği çok şey olacaktır.

Uçuk kaçık bir film olan A Life Less Ordinary’i izlerken, hoş vakit geçirebilirsiniz.

Emre Türker

Picture: impawards

24 Nisan 2009

Erkek Gözüyle Kadın Modeli

Sevgili Franche, beni de kapsayan Gökkuşağının altından geçiren Mim sualine benim verebileceğim yanıtın bu şekli kafama daha fazla yattı. Sonuçta, konunun açıklaması aynı olacaktı.

Sokak ortası ve grup muhabbetlerindeki “…. dediğin nasıl olmalı”, sık soru şekillerinden biridir. Sorunun başına kadın kelimesini getirdiğimizde, olayın rengi değişiyor. Hani araba nasıl olmalı, ev nasıl olmalı değil bu, açıkçası iç karmaşayı çözümlemeye çalışmaktır. Genelde kişiye özgü şekil değiştiren bu kavram, her bünyede aynı tadı vermez. Balıketi, vahşi, seksi, çekingen, asi vb. birçok aranan özellik, ortama olduğu kadar zaman ve duruma bağlı olarak da değişkendir.

Erkeklerin kadına bakış açısı, ikiyüzlüdür. Bunlardan ilki; yanından ayırmak istemediği, bakmaya doyamadığı, anlatmaya kıyamadığı, çevresinde pervane olduğu tutkulu bir kadın modelidir. Diğeri ise; geceleri çıldırdığı, fanteziler beslediği, ateş içinde yandığı ahlaksız kadın modelidir. İkinci modellemeyi tutkularından koparıp yaşamının içine sokanlar, bir yastıkta kocayamazlar. Onların ilişkileri aşkla başlar ama renk değiştirir. Arsız kadın, erkekle oynamayı iyi bilen kadındır. Hatta öyle tutkuludur ki, bumerang olur erkeği. Yatar, atar, satar ve sonrasında erkek dolanıp yine gelir kapanır önünde.

Kadına paranoyak olarak yaklaşırım. Şüpheli bakışlar, gizler, esrarengizlikler, bulmacalar yorar beni. Çözümsüz hikâyelerden hoşlanmasam da, bilmeceleri severim. Tüm karelerdeki boşlukları doldurmadan, karşımdakini tanımış saymam kendimi. Modelleme belirginleştikten sonra, olgunlaşır düşüncem. Sonra yeni masallar başlar. Masaldaki kadın kovalamaca oynarsa, köşe kapmacalardan sıkılırım. Hani ya sev ya terk et mekânı gibi tutucu düşünceler değil beslediklerim ama özü sözü bir olmalıdır yaşananların. Eğer sarmışsam kadını kollarımda, destanlar yazarım. Şiirler, şarkılar, romanlar karalar, yığarım önüne. Kadını sayısal değil, sözel anlatımlarla etkiler, monotonluk şelalesine kapılmamak için farklılık okyanusunda gemiler inşa ederim. Sevdikçe, ufuklara açılırım. Her şeye rağmen gidenin ardından kısa bir dörtlük yazar, kapıdan uğurlarım. Artık giden; “ne çabuk unutulmuş anılar” diye şarkılar mı besteler, yerlere mi vurur hayallerimi, beni ilgilendirmez. Giderken sorgu yoktur da, geride kalanların sözleri mi dokunur?

Bedensel güç erkekte olduğu sürece, kadının ruhen daha güçlü olması, birlikteliğin dengelenmesi bakımından olması gerekendir. Her iki taraf da, pofpoflanmak ister. Güldeki diken batıyorsa, uygun dillerle anlatılması gerekir. Yoksa gittikçe can yakmaya başlar.

Kadın erkek arasındaki ilişki oyununa, zar atılarak başlanmaz. Genellemede, kadın oyunu ister görünür, erkek ise ilk hamleyi yapar. Evleninceye kadar kadın avantajlı görünür, evlendikten sonra averaj erkeğe kalır. Bu averajı eline aldığını düşünüp rahatlayan erkek, zavallıdır. Çünkü kurallar kitabı diye bir şey yoktur ve o bunu anlayabildiğinde, iş işten geçecektir.

Bir kadın, erkeğini ne şekilde avuçta tutabilir?

A ) Kaçan balık kovalanır prensibini uygulayarak
B ) Seksi kıyafetler giyerek
C ) İkiyüzlü, içten pazarlık yapıp gizlenerek
D ) Her şeyini paylaşarak
E ) Yatakta fahişe, hayatta dost kalarak

Emre Türker
Picture: deviantart

23 Nisan 2009

Takip Edilen Blog Yazarını Hayal Etmek

Android Lenore İsimli blogunda Sel, Bi İnsanı Hayal Etmek düşüncesiyle, kelimelerin ucundaki kişileri hayal kamerasından görebilmemizi istiyor. Daha önce tanımlamalar yapmıştım ama Sel’i kırmak olmaz. Önceliği ona verelim.

Sel… O bir çılgın. Hayatında yeterince sorun varken, o ayakta durup nefes almaya çalışan biri. Kimin ne söylediğini çok takılmayan, biraz asi, sevdiğine aşık ve son zamanlarda fazlasıyla fanatik. Çıtı-pıtı. Kızdırırsan fena, ama anlarsan çok makara…

BodrumSibel… Antik dünyanın Ütopik kişiliği. Geçmişimin ayak izlerinde sanki rol almış, aynı mekanları koklamış, çok fazla beklentisi olmayan ama eğlenmeyi seven biri. Yeri geldiğinde seven, yeri geldiğinde gülen, yeri geldiğinde avazı çıktığı kadar bağıran, kuralcı dünyanın anti hareketi.

nєнιяѕєℓ... Anlamadığınızda, cümlelerinde kaybolursunuz.
Anladığınızda ise ruhunuz bedenden kopararak boşlukta dans eder.
Tek dozda uçuran, bağımlılık yapan, aşkın kırmızı yüzü…

Franche… Franche'nin Masallarını okuyorsanız, yeni doğan bir güneşi izliyorsunuz demektir.
Her gün capcanlı… Sanata aşık, sanat da ona. Sempatik, kafileli, seviyeli…

Pino… Birçok yayında görürsünüz çizgilerini. Mutlu aile hayatını çizgilerine dökmüş, problemlerle barışık, hayata barışık, sanatına aşık. O bir şaheser. Çocukluğu her gün yeniden keşfeden, resim defterinin renkli kişiliği.

KaRaMeL… Dinlemeyi ve paylaşmayı sevmektir karamel tanımak. Sıkıntılar var olsa da, mutluluğu görmek için kafasını kaldırmayı çok iyi bilir. Sevdiğinde sonuna kadar yanında… Üzmeyi sevmeyen, dünyayı mutlu görmek isteyen…

Kelebeğin Ömrü… Bazen şiddetli görünse de, özünde dost… Çizgileriyle yaşamını karıştırmamak gerek. Yardımı seven, kinden uzak, sıcak, sevgi dolu… Eğer yaşamında yer alıyorsanız, dünyanın öbür ucundan çağırsanız, elindeyse gelebilecek kişilikte. İnandığım, inanmak istediğim biri.

Öykü… Öyle sade ki, karşı çıkacak çok fazla kişi çıkmayacaktır karşısına. Şiddeti değil sevmeyi, karamsarlığı değil huzuru aynasından yansıtan şirinlerin şirinesi. Şimdiki haline bakınca anlıyorsunuz ki, çocukken ne sevimliydi kimbilir :)

Böcek… O benim sakladıklarım arasına aldığım sevgi kutucuğum. Dünyanın en sevimli böceklerinden :) Kızınca daha sevimli oluyor. Temasındaki çekicilik, kelimelerine yansıyor. Ben onun kar tanesi olduğu bir yazısında, bembeyaz olmuştum. Yazdıklarında, bilirim ki yorumla beni der, yorumlayınca yanıma gelir oturur sohbet eder benimle sanki…

yesari… Başımın tatlı belası :) kimi zaman falcıdır, kimi zaman gezgin. Gelir sana takılırsa, sakın kızma. Her şey biraz daha gülümsemek içindir. Sanal dünyada yumruk nedir ki, kahkahalar bir olunca. Hayat tuzsuz olsun, yesarisiz olmasın :)

RiGoR MoRtiS... Demişimdir her zaman aşk platoniktir diye, ama RiGoR için platonik olmak bazen gerekliliktir. Uzaktan sever, incitmeden yaklaşır, sonra evin duvarlarına bağırır, kelimeleriyle döver sevgisini. Bir gün ona aşk salatası yapıp yanında yanardöner bir sevgi tabağı göndereceğim. Ama hiç bitmeyecek. Ne zaman yalnız kaldığını hissederse, tabağından alıp bir parça indirsin diye ruhuna…

Demet… Belki bir megaloman, belki bir radikal, belki de kendi halinde. Aslında o renkli bir karışık salata. Özgüven tanımında kişiliği, çizgilerine ve şekline güveni, onu daha cesur yapıyor. Yıkılanlarla vakit kaybetmez, sulu göz yağmurlardan hoşlanmaz. O nedenledir şemsiyeli modelleri. Hayatın içinde kukla, ama ipler onun elinde.

Kişileri tanımlamak gerçekten zordur. Bizimki biraz eğlence, biraz kaynaşma. Yorumladıklarım bilirler ki, uğradığım mekânlara ziyaretim, gelip geçici değildir. Kimi zaman çaktırmadan laf yediğim olur. Hayat anlayışımda, kimseyi kırmak yoktur. Popüler olmak için yaşamam, nefes almak için yaşarım. Paylaşmayı severim paylaşımları görmek için. İnsan, çektikçe daha fazla yazarmış ama ben tam tersini yaşatmak isterdim. Kimi zaman esiri oluyorum söylediklerimin ve arkasında duramıyorum. O zaman, mutluluk nedir diyorum kendi kendime. Mutlu olmamak için sebep değil, gülmek için neden arıyorum. Böylece daha kolay oluyor yaşamak.

Yukarıda tanıttıklarım, mimlediklerimdir. Ama kimsenin kapısına dayatma bırakmıyorum. Eğer gelip de okursanız ve Asi Sel’in mimini sevdiyseniz, sizler de anlatın. Ben mutlaka gelir okurum.

Sevgiler

Emre Türker

Picture: deviantart

How to Lose Friends & Alienate People (2008)

Türkçe Adı: Dost Kazığı
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Robert B. Weide
Süre: 110 dakika
Oyuncular: Kelan Pannell, Janette Scott, Simon Pegg, Megan Fox, Gillian Anderson, Kelly Jo Charge, Christian Smith, Katherine Parkinson, Felicity Montagu, Thandie Newton, John Lightbody, Jeff Bridges, Kirsten Dunst, Emily Denniston
Londra’da yaşayan rahat ve sakar İngiliz paparazi yazarı Sidney Young (Simon Pegg), gizlice sızdığı Sharps dergisinin partisini olaylı bitirince, derginin sahibi Clayton Harding’in (Jeff Bridges) ilgisini çeker. Böylece Sidney, Londra’dan ayrılıp Los Angeles’e gider.

Önemli bir kitleye sahip olan dergide Sidney, tarzı ve hareketleriyle küçük düşmektedir. Her şeye rağmen kendinden emin görünen Sidney, bir gece gördüğü yıldız adayı Sophie Maes’dan (Megan Fox) çok etkilenir. Amacı onu elde etmektir.

Dergiye en alt kademeden giren Sidney, fikirlerini kabul ettirebilmek için konumunu yükseltmelidir. Tesadüfen tanıştığı ve beraber çalışacağı Alison Olsen (Kirsten Dunst), bu konuda ona yardım edebilecek tek kişidir. Fakat işler, beklediği gibi gitmeyecektir.

Önemli bir mesaj barındırmayan film, hoş vakit geçirmek için uygun olabilir. Seyrederken eğlendiren, fakat akılda iz bırakmayacak bu yapımdan fazlaca bir şey beklenmemelidir.

Emre Türker

Picture: impawards

20 Nisan 2009

Vanilla Sky (2001)

Tür: Gizem / Romantik / Bilim-Kurgu / Gerilim
Yönetmen: Cameron Crowe
Süre: 136 dakika
Oyuncular: Tom Cruise, Penélope Cruz, Cameron Diaz, Kurt Russell, Jason Lee, Noah Taylor, Timothy Spall, Tilda Swinton, Michael Shannon, Delaina Mitchell, Shalom Harlow, Oona Hart, Ivana Milicevic, Johnny Galecki, Jhaemi Willens, Armand Schultz, Alicia Witt
33 yaşındaki yakışıklı ve zengin işadamı David Aames (Tom Cruise), cinayetten yargılanmaktadır. Tutarsız ifadelerinden dolayı, psikolog McCabe (Kurt Russell) tarafından incelenmektedir.

Dünya çapındaki yayınevinde üç dergi çıkaran David, evinde doğum günü partisi düzenler. Yakın arkadaşı Brian Shelby (Jason Lee), partiye yeni kız arkadaşı Sofia’yla (Penelope Cruz) gelir. David, arkadaşını görmezden gelip beğendiği Sofia’yı elde etmeye çalışır.

David, Julie Gianni’yi (Cameron Diaz) sadece seks dostu olarak görmektedir. Julie için durum farklıdır. Ona aşık olduğu için, başkasına ilgi gösterip kendisini görmezden gelmesini kabullenemez. Sabah erkenden arabasına binmesi için ikna ettiği David’la birlikte, otoyoldan çıkarak bilinçli kaza yapar. Kazadan kurtulan David’ın yüzü, tanınmayacak hale gelmiştir.

Popülerliğini kaybeden David, sonraki günlerde karmaşık bir dönemece girecektir.

Ustaca planlanan film, 1997 yılında çekilen İspanya yapımı Abre los ojos’un kopyasıdır. Penelope Cruz, her iki filmde aynı rolde görev yapmıştır. İspanyol versiyonundaki Sofia’nın evinde bir kedi (Panço), Amerikan versiyonundaki evinde ise, bir köpek (Paolo) vardır. Her ikisi de izlenirse, bu tarz ayrıntılar yakalanacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

Abre Los Ojos (1997)

Türkçe Adı: Aç Gözünü
Uluslararası Adı: Open Your Eyes
Tür: Dram / Gizem / Romantik / Bilim-Kurgu / Gerilim
Yönetmen: Alejandro Amenábar
Süre: 117 dakika
Oyuncular: Eduardo Noriega, Penélope Cruz, Chete Lera, Fele Martínez, Najwa Nimri, Gérard Barray, Jorge de Juan, Miguel Palenzuela, Pedro Miguel Martínez, Ion Gabella, Joserra Cadiñanos, Tristán Ulloa, Pepe Navarro, Jaro, Walter Prieto
Yakışıklı ve zengin, 25 yaşındaki genç işadamı Cesar (Eduardo Noriega), cinayetten yargılanmaktadır. Tutarsız ifadelerinden dolayı, psikiyatr Antonio (Chete Lera) tarafından incelenmektedir.

Cesar, evinde doğum günü partisi düzenler. Yakın arkadaşı Pelayo (Fele Martinez), partiye yeni kız arkadaşı Sofia’yla (Penelope Cruz) gelir. Cesar, arkadaşını görmezden gelip beğendiği Sofia’yı elde etmeye çalışır.

Cesar, Nuria’yı (Najwa Nimri) sadece seks dostu olarak görmektedir. Nuria için durum farklıdır. Ona aşık olduğu için, başkasına ilgi gösterip kendisini görmezden gelmesini kabullenemez. Sabah erkenden arabasına binmesi için ikna ettiği Cesar’la birlikte, otoyoldan çıkarak bilinçli kaza yapar. Kazadan kurtulan Cesar’ın yüzü, tanınmayacak hale gelmiştir.

Popülerliğini kaybeden Cesar, sonraki günlerde karmaşık bir dönemece girecektir.

Ustaca planlanan film, başarısıyla Hollywood’ın ilgisini çekmiş ve 2001 yılında Vanilla Sky olarak yeniden beyazperdeye aktarılmıştır. Amerikan versiyonunda Sofía rolünü yeniden Penelope Cruz almış, Nuria’yı Cameron Diaz (Julie), Cesar’ı ise Tom Cruise (David) canlandırmıştır.

Emre Türker

Picture: moviegoods

19 Nisan 2009

Olumlu Düşünce

Çevreden sık olarak duyduğumuz bir cümle vardır. “Benim neler yaşadığımı biliyor musun?” Bu cümle, açılıma müsaittir. Devamı, “Neden ben?” ya da “Benim yaşadıklarımı anlaman mümkün değil” gibi sözlerle uzatılabilir.

Herkesin şanslı veya şansız olduğu bir zaman vardır. Kimisi kılını bile kıpırdatmadan, büyük mal varlıklarının üstüne konabilir. Fakat onun sorunları yok mudur? Bu soruyu sordukça, yeni açılımlar buluyorum. “Ondaki para bende olsaydı…” Bu cümleyle başlangıç, yine sık anlatımlardan birine hazırlıktır. “Ah ulan” çare getirmeyeceği gibi, “eğer bir gün olursa” umudu, gereksiz yakınmalardan kurtulmayı sağlayabiliyor.

Olumlu düşünceyle ilgili çok fazla ders veren vardır. Şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın… Aslında her şeyin özü, olumsuzluğu atlatmaktan geçiyor. Çünkü her türlü olumsuzluk, tiryakilik yaptığı gibi, düşüncelerimizi dönme dolap haline getiriyor. Ne yapsak, aynı yere dönüp canımızı sıkmaya başlıyoruz.

“Kimse beni sevmiyor?” Sevilmek, doğuştan gelen bir özellik değildir. Eğer sevilmiyorsanız, ya kıskanılacak kadar iyisinizdir, ya da nefret edilecek kadar kötüsünüzdür. Böyle durumlarda, olaylara tarafsız bir hakem olarak yaklaşmak gerekiyor. Ne yaparsanız yapın, eğer sizi biri sevmiyorsa, ona göre uygun değilsinizdir. Eğer kimse sizi sevmiyorsa, paragrafın başında söylediklerim geçerlidir.

Yalnızlığı çok sevmeme rağmen, bu bağımlılığımı onaylamıyorum. Çünkü çoğu bünyeyi felakete sürükleyen bir şeydir. Mümkün olduğu kadar çevreden kopmamak gerekiyor. Yalnızlık, günün içinde kendine vakit ayırmak olarak düşünülünce güzeldir.

Olumsuzluktan kurtulmak için en önemli yöntem, olumsuzlukların yönünü değiştirmek olacaktır. Bunu gerçekleştirmek için de en güzel yardımcılar;
Monotonluktan kurtulmak ve farklı şeyler denemek,
Sonu görünmeyen yola girmemek,
Strese neden olan şeylere yaklaşmamak,
Sizi boğan kişilerin eline koz vermemek,
Özeli herkesle paylaşmamak,
Başkasının sözlerine körü körüne inanmamak,
Zarar veren bağımlılıktan uzak durmaktır.

Şunu anladım ki, mutsuzluk anlarında içine kapanıp bekleyince, çevreden panzehir gelmiyor. Rahatlayıp dünyayla barıştığınız an, bakış açınız değişiyor. Kitaplardaki gibi söylemiyorum. Yani ne çok zenginlik, ne kariyer, ne popülerlik… En üst noktadayken bile, bunları kaybedebiliyorsunuz. Taktikler her zaman işe yaramıyor. Fakat morali iyi tutarak huzur bulmak, eldekilerle yetinmeyi bilince gerçekleşiyor.

Emre Türker

Picture: deviantart

17 Nisan 2009

Yanılgı

Çeşitli kişisel gelişim kitaplarında, farklı şekiller görürüz. Bu resimler, kişinin görüntüyü algılamasını ölçer. Amaç, tek yönlü bakış açısından kurtulmaktır.

Ne yazık ki, çeşitli yönlerden bakabilmeyi ne kadar istesek de, bunu başaramıyoruz. Toplum, kişiyi yine kendi monotonluğuna çekiyor. Belli dönemlerde çok çabuk demoralize olabiliyoruz. Kafamızı bir noktaya takmışsak, kurtulmak zaman alıyor.

Sersemlikten uyanmaya başladığımız anlarda, sanırım çok geçmeden kendimizi sorgulamamız gerekecektir. “Hata nerde? Sorun nerden başladı? Nereye gidecek?” Fark ettiğimizde, kurtulmak için çareyi bulabiliriz.

Sorunlar, belli dönemlerde patlak verir. Psikologların geriye dönük problem çözme şekli, buna benzer. Sorunun ne olduğu tahmin edilip başlangıç noktası bulunmuşsa, gelecek için doğru hamle yapılabilir.

Doğru adım için kesin bir nokta olduğunu sanmıyorum. Sorun keşfedildiğinde, ya parçasını değiştireceğiz, ya da arızalı yerleri onarmaya başlayacağız. Eğer yaşanmışlıkların miadı dolmuşsa, güncelini temin edeceğiz.

Yapılan hataların garantisi yok…

Emre Türker

Picture: deviantart

16 Nisan 2009

Yaşamsal Grafik

Dünyaya ayak basan her bünyeye şans tanır zaman.

Popülerliğe alışmak, aşağılık kompleksiyle ilgili olabilir.

Kimi zaman zirve sarhoşluğunun ertesi sabahı, kâbusa dönüşür.
Kimi zaman her düşüş, yeni çıkışların tetikçisi olur.

Grafiğimiz, sabit çizgide ilerleyen bir doğru üzerinde gitmeyecektir.
Kimi zaman teğet geçecek,
Kimi zaman titreşimlerle çalkalanacak,
Kimi zaman şiddetli hareketlere sahne olacaktır.

Yer ve konum, sizi yanıltmasın. Ne sabahı beklemek doğru, ne de tükürülen geçmişe yanmak.

Yarın, yarından sonra, hafta sonu, tatil vs. beklentileri arasında, ömrü tüketiriz. Gülmek de, ağlamak da, yerinde güzeldir. Kim her boşluğunu doldurdu ki hayatın?

Hırslar, bedenle birlikte toprağa karışır ama hırsların getirdikleri, başkasına yar olur, bize değil.

Ders vermesini severiz de, ders almaya alışamadan toprağa kavuşuruz. Alışma devresinin ardından, zamanın hokus-pokus’unda kayboluruz.

Değerlendirme sonuçlarına bakılırsa,
Pek az insan çivi çakmıştır bu hayata…

Emre Türker

Picture: deviantart

The Break-Up (2006)

Türkçe Adı: Ayrılık
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Peyton Reed
Süre: 106 dakika
Oyuncular: Vince Vaughn, Jennifer Aniston, Joey Lauren Adams, Cole Hauser, Jon Favreau, Jason Bateman, Judy Davis, Justin Long, Ivan Sergei, John Michael Higgins, Ann-Margret, Vernon Vaughn, Vincent D'Onofrio, Elaine Robinson, Jane Alderman
Brooke Meyers (Jennifer Aniston) ve Gary Grobowski (Vince Vaughn), izleyici olarak gittikleri beysbol maçında tanışarak evlenirler. Gary, turistlere Chicago’yu gezdiren bir tur otobüsünde rehberdir. Brooke ise, Marilyn Dean Galerisi'nde satış görevlisidir.

Evliliklerinin henüz ilk yıllarında, yaşam tarzlarındaki farklılıklardan dolayı tartışmalar başlar. İlişkiyi düzene sokmak için Brooke, ayrılık teklifinde bulunur. Fakat işler istediği gibi yürümez. Sorunlarını yakın çevreleriyle de paylaşmaları, birlikteliklerinin yönünü belirleyecektir.

İlk başlarda komedi gibi görünen bu yapım, evlilik aşamasını çok güzel özetliyor. Bu anlamda gerçekten başarılı ve gerçekçidir. Filmi sonuna kadar tarafsız izlemek, yorum açısından daha doğru olacaktır.

Çok mutlu olarak birleşen çiftler, paylaşım ile anlaşılmak arasında seçimlere zorlanır. Tercihlerini doğru yönde kullananlar, mutluluklarına devam eder. Aşk, iki kişiliktir ve kesinlikle yoruma kapalıdır. Tavsiyeler olacaktır ama kararlar kişiye özgüdür.

Emre Türker

Picture: impawards

14 Nisan 2009

Fosillerden Toplanan Kalıntılar

Kendini beğenmiş oluşumlara abone
Cesareti kırılmış bir umut var içimde
Geçtiğim topraklarda ayağımı sürterken
Aşınan sadece tabanlarım değil,
Peşimden sürüklediklerimdir.

Okuduğum kitaplar,
Yediğim lokmalar,
Tükettiğim zamanlar kesmiyor beni.

Ekran karşısında takılıp kalmış, klavyenin ardındaki bir gölgeyim ben.
Parmak uçlarım kelimeleri döverken yerli yersiz
Bir tarafım aşağıya çekiyor beni.
Gel gidelim diyor öbür yanım mücadele ederken.

Geçmişine saygı duyduğum aslan yürekli bir adamın takipçisiyken,
Elde ne kaldı hesapları yapan mikrobu oluyorum içeriğimin.

Emre Türker

Picture: deviantart

13 Nisan 2009

Huzuru Törpülenmiş Hayat

İçimdeki şeytanla mücadele ederken, düşüncelerimi sorgulama aşamasında henüz çıkabilmiş değilim. Hangi sakinleştirici bedenimi rahatlatır, bilmiyorum.

Rahatlamak için çıktığım kapalı alanların ardında, sinir uçlarımı kemiriyorum. Geçmişin ayak izlerini takip etmek değil amacım, bastığım yerleri sular aldı götürdü. Yaşanmışlıkla, yaşananlar arasında sıkışıp kalmışken, yükseklerden atladığımı düşlüyorum. Yerle bir olmaya ramak kala, ayaklarımdaki lastik bağlar yukarıya çekiyor beni. Gülümsediğim alanlar daraltılmış, mutluluk adına küçücük odalar bırakılmış.

Çömeldiğim köşeden şimdi ayağa kalkacağım. Kollarımda destek olmasa, kaç adım daha ilerlerim, bilmiyorum. Sevenlerin damarlarıma enjekte ettiği huzur, geçici mi, yoksa kalıcı mı? Yolun sonunda beni ne bekliyor, bilmiyorum. Belki birbiri ardına kapılar açılacak ve sonrasında benliğim alıp başını giderken, kimseye hesap vermeyecek, hesap soracaktır.

Sahte gülümsemeler,
Sahte selamlar,
Sahte duygular,
Her şey sahte.
Orijinal samimiyet aranıyor, fakat bulunamıyor.

Gezip tozduğumuz, içip gülümsediğimiz sokaklar kararırken, evimin yolunu tutuyorum. Boğazın serin sularında, aklım bir karış havada, kokusunu özlediğim sevgiliye koşuyorum. Kanatlarındayken, sakinleşiyorum. Her sabah yeni günü karşılarken, cesaret veren tek şey, aşk oluyor.

Hayatta sevgi varsa, gerisi yalan-dolan…
Para sizi geçici mutluluklarla kandırırken,
Gerçekleri unutuyorsunuz.
Nefes almak için daha fazlası gerekli değildir.
Yaşama bağlayan hazineler,
Umudu destekleyen sevginin kanatlarını omuzlara yükleyenlerdir.

Emre Türker
Picture: deviantart

10 Things I Hate About You (1999)

Türkçe Adı: Senden Nefret Etmemin 10 Sebebi
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Gil Junger
Süre: 97 dakika
Oyuncular: Heath Ledger, Julia Stiles, Joseph Gordon-Levitt, Larisa Oleynik, David Krumholtz, Andrew Keegan, Susan May Pratt, Gabrielle Union, Larry Miller, Daryl Mitchell, Allison Janney, David Leisure, Greg Jackson, Kyle Cease, Terence Heuston
Cameron James (Joseph Gordon-Levitt), yeni kayıt olduğu okulda güzel Bianca’dan (Larisa Oleynik) çok etkilenir. Onunla yakınlaşmak için her yolu denemeye razıdır.

Kat (Julia Stiles) ve Bianca, kardeştir. Kat, erkekler konusunda vurdumduymaz, sert tavırlı bir kızdır. Bu durumu lehine çevirmek isteyen babaları, erkek arkadaş isteyen Bianca için bir kural belirler. Eğer Kat biriyle görüşürse, Bianca da serbest olacaktır.

Cameron’ın Bianca’yla birlikteliği için, yeni tanıştığı arkadaşı Michael’ın (David Krumholtz) bir fikri vardır. Kat’e acilen erkek arkadaş bulmaları gerekecektir. Fakat kimse yanaşmadığı için, okulun asi çocuğu Patrick Verona’yı (Heath Ledger) bu konuda parayla ikna etmeye çalışacaklardır.

10 Things I Hate About You, cinselliği kullanarak seyirci çekmeye çalışmayan ender gençlik filmlerinden biridir. Hoşça vakit geçirmek için idealdir.

Patrick rolündeki Heath Ledger, 2008 yılında gösterime giren The Dark Knight filminin başarılı Joker’iydi. Bu filmde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülüne layık görülmüş, fakat ölümü nedeniyle ödülünü sahnede kaldıramamıştı. New York'taki dairesinde ölü bulunan Heath Ledger, henüz 28 yaşındaydı.

Emre Türker

Picture: impawards

The Last Castle (2001)

Türkçe Adı: Son Kale
Tür: Aksiyon / Dram / Gerilim
Yönetmen: Rod Lurie
Süre: 131 dakika
Oyuncular: Robert Redford, James Gandolfini, Mark Ruffalo, Steve Burton, Delroy Lindo, Paul Calderon, Samuel Ball, Jeremy Childs, Clifton Collins Jr., George W. Scott, Brian Goodman, Michael Irby, Frank Military, Maurice Bullard, Nick Kokich
Askeri suçluları barındıran kale, Albay Winter (James Gandolfini) tarafından yönetilmektedir. Winter, acımasız ve gösteriş meraklısı biridir.

General Eugene Irwin (Robert Redford), 10 yıllık cezasını tamamlamak üzere, kaleye suçlu olarak gönderilir. Albay Winter, öncesinde saygı duyduğu generale karşı tavrını, fikir ayrılıkları nedeniyle sertleştirir.

Onbaşı Aguilar (Clifton Collins Jr.), mahkûmlar arasında selamlaşmalara izin verilmemesine rağmen, generalin önünde saygısından ödün vermez. Çünkü Eugene, başarılarıyla kendini ispatlamış ve askerleri için ölmeye hazır bir komutandır. Bu saygı, gittikçe tüm mahkûmlara yayılacaktır.

Tüm mahkûmlar, albayın insanlık dışı yönetiminden şikâyetçidir. Bu sorunları ilk başlarda önemsemeyen General Eugene’in sabrı, zamanla tükenecektir.

Filmde; karşılıklı saygı, insanca yaşamak ve kişisel beceriler üzerine çeşitli kesitler görüyoruz. Biraz abartılı sahnelerin bulunması, filmin seyir zevkini etkilemiyor.

Emre Türker

Picture: impawards

12 Nisan 2009

L.A. Confidential (1997)

Türkçe Adı: Los Angeles Sırları
Tür: Polisiye / Dram / Gizem / Gerilim
Yönetmen: Curtis Hanson
Süre: 138 dakika
Oyuncular: Kevin Spacey, Russell Crowe, Guy Pearce, James Cromwell, Kim Basinger, Danny DeVito, David Strathairn, Ron Rifkin, Matt McCoy, Paul Guilfoyle, Paolo Seganti, Elisabeth Granli, Sandra Taylor, Steve Rankin, Graham Beckel, Darrell Sandeen, Brenda Bakke
1950’li yıllarda, yıldızlara ev sahipliği yapan Los Angeles’ta işlenen suçlar, polisin kendi kurallarına göre çözümlenmektedir.

Jack Vincennes (Kevin Spacey), “sus, duymasın” dergisinin yazarı Sid Hudgens’la (Danny DeVito) birlikte hareket ederek, suçluları şöhret havasında yakalar.

Sert adam Bud White (Russell Crowe), kadınlara yapılan eziyetlere karşı fazlasıyla duyarlıdır.

Efsanevi polis Preston’ın oğlu Ed Exley (Guy Pearce), başarıyla yürüttüğü görevinde ilerlerken, kanunların dışında hareket edilmesini kabullenmeyen biridir.

Ed Exley’in Noel’de nöbetçi olduğu gece, polislerle sorunlu Meksikalı bir grup içeriye alınır. Ed’in tüm uyarılarına rağmen memurlar, demir parmaklıkların önünde Meksikalıları tartaklar. Olay, basının önünde gerçekleşince soruşturma başlar. Ed Exley, tüm görevli arkadaşlarını rapor eder. Kendisi terfi ederken, diğerleri ceza alacaktır.

Organize suçun lideri Cohen hapse girince, adamları öldürülmeye başlar. Bu cinayetlerden birinde, Ed’in raporuyla görevden alınan polis Stensland’ın cesedi bulunur. Olayı araştırma sorumluluğun Ed Exley’e verilmesi, diğerleri arasında huzursuzluğa yol açacaktır.

Şöhretin var olduğu yerde, ayakta kalmak zordur. Doğruyla yanlış arasında dönen dolapta, konu mükemmel işlenmiş. Oyuncuların performansı göz dolduruyor. Polisiye severlerin favori filmlerinden biri olduğu şüphesizdir.

Emre Türker

Picture: impawards

11 Nisan 2009

Küresel Dalga

laf-ı güzaf'ın blogunda, zor bir yerden mimlenmişiz. Bu aralar zaten yazmak adına enerji yüklenemez, hatta güce fazla yüklenerek düşüş yaşarken, bu konuyla beraber iyiden iyiye yerde sürüneceğiz.

Amaç, küresel kriz ile ilgili düşünce ve önlemler hakkında, kişisel yorumlarla ilgili...

Her anlamda politik davranıp, politikadan uzak durmaya çalıştığımı yinelemek isterim. Ne tam anlamıyla kimseyi deşifre etmek, ne de yapılan yanlışların seyircisi kalmak niyetinde değilim. Ama politik konuşmalar öyle farklı ki, karşılıklı konuşmalarla bir yere varamıyorsunuz. Yetişkin bir Galatasaray taraftarını, Fenerbahçeli yapabilir misiniz? Bu kadar radikal olmayabilir ama politika anlayışı, fanatiklikten pek uzak değil.

Küresel krizin ne anlama geldiğini, artık herkes öğrenmeye başladı. Derinlere giderek boğulmayı düşünmüyorum. Tüketmeyi seven insanların acınası durumudur bu. Yaşanan kaoslarda; büyükler ezip geçer, küçükler arada sıkışarak can verir. Büyüklerin çığlıkları, onların acı çektikleri anlamına mı geliyor? Hiç sanmıyorum.

Yıllar önce The Marmara Oteli’nde yapılan bir konferansa, arkadaşımın davetiyle katılmıştım. Orada, birbiri ardına gelebilecek satış dalgasından bahsediliyordu. Yani bizler her anlamda bu titreşimlerin kölesi olacaktık. “Eyvah” demiştim. “Şimdi gittikçe bataklığın dibini göreceğiz.” Beklediğim gibi de oldu. Bataklığın dibi yetmedi, daha derinleri kazar olduk.

Neydi bu satış dalgası? Durumu, masalsı anlatımla dile getirmeye çalışacağım. Ortada bir dev yaşar. Bu dev, cücelerin mekânına el atarak, onların her türlü besinini tüketir. Açlığı öyle dayanılmazdır ki, yemek bulmak için cüceleri kullanmanın yolunu arar. Onlara güzel tatlılar sunar. Ama asıl tatlıyı yiyecek olan, devdir. Böyle başlar hikâye. Dev, dolabını doldurmak için küçük malzemelerle büyük parçalar toplamaya çalışır. Dağıttığı malzemeleri bir başkasına satmaya ve onu kendi bünyesine katmaya çalışan cüce, her katılımcıdan kâr sağlayacaktır. Kazançların ana kaynağı dev olacaktır. Böylece en sondaki cüce kıvranırken, ayakta kalamayanlar yutulacaktır.

Sonrasında gelen yabancı baskılar, üretimi durma noktasına getirdi. Zaten kolayı arayan halk, sömürmenin rahatlığına ulaştıkça, sonunun geldiğini anlayamadı. Aslına bakacak olursanız, halen de anlaşılmış olduğunu sanmıyorum. Çünkü kölelik sisteminden kaçmak için artık çekilecek yer kalmadı.

Emre Türker

Picture: deviantart

The Reader (2008)

Türkçe Adı: Okuyucu
Tür: Dram / Romantik
Yönetmen: Stephen Daldry
Süre: 124 dakika
Oyuncular: Kate Winslet, Ralph Fiennes, Jeanette Hain, David kros, Susanne Lothar, Alissa Wilms, Florian Bartholomäi, Friederike Becht, Matthias Habich, Frieder Venus, Marie-Anne Fliegel, Hendrik Arnst, Rainer Sellien, Torsten Michaelis, Moritz Grove, Karoline Herfurth, Alexandra Maria Lara, Bruno Ganz İstediği gibi bir hayatı şartlar gereği yaşayamayan, içindeki fırtınaları gizleyen, biraz asi, biraz oyunbozan, biraz da iç çatışmalarla boğuşan bir kadın figürü konu ediliyor.

1958 Neustadt, Batı Almanya’da Michael Berg isimli genç bir çocuk hastalanınca, Hanna Schmitz (Kate Winslet) adında bir kadın ona yardımcı olur. İyileşen genç Michael, aklından çıkaramadığı kadına teşekkür için onu yeniden bulur. Michael’ın kendisine olan tutkusunu gözlemleyen Hana, bu arzuya tepkisiz kalmayacaktır. Aralarındaki ilişki, genel olarak Michael’ın ona kitap okuması ve cinsel ilişki şeklinde yaşanmaktadır.

Bir gün işinde terfi alan Hana, sessizce yaşadığı apartmandan ayrılır. Hayatında ilk cinsel deneyimi Hana ile yaşayan ve ona delice bağlanan Michael, bu kadını asla unutamayacaktır.

Yetişkin Michael Berg rolünde Ralph Fiennes’i izliyoruz. The Reader, Hanna Schmitz’in düşüncelerini ve çelişkilerini sorgularken, Michael’ın onu anlamaya çalışmasıyla ilgili olarak geçiyor. II. Dünya Savaşı ertesi Almanya’da yaşanan olaylarda, insanların karmaşadaki etkileri gözler önüne getirilirken, gerçek suçluların kim olduğu irdeleniyor.

Kate Winslet’in cesur sahnelerde rol aldığı yapımda, bir çeşit kişilik çatışması görüyoruz. Hayattaki ilk aşklar, tutkular, deneyimler ve tecrübeler ekranlara gelirken, duyguların derinlerinde yolculuğa çıkılıyor. Ağır tempoda ilerleyen The Reader, psikolojik etkilerle süslenmiş romantik bir dramdır.

Emre Türker

Picture: impawards

Outlander (2008)

Türkçe Adı: Yabancı
Tür: Aksiyon / Macera / Bilim-Kurgu
Yönetmen: Howard McCain
Süre: 115 dakika
Oyuncular: James Caviezel, Sophia Myles, Jack Huston, John Hurt, Cliff Saunders, Patrick Stevenson, Aidan Devine, Ron Perlman, Bailey Maughan, John Nelles, James Preston Rogers, Scott Owen, Petra Prazak, Owen Pattison, Matt Cooke, Ted Ludzik, Liam McNamara, Bryan Renfro, Danny Lima, Todd Schroeder
Vikingler döneminde, Norveç kıyılarına bir uzay gemisi düşer. Kazadan kurtulan Kainan (James Caviezel), kral adayı Wulfric (Jack Huston) tarafından esir alınır.

Uzay gemisinin düştüğü yerde yaşayan Gunner’in halkı ve köyü, yok edilmiştir. Sorumluyu bulmadıkları takdirde bu olay, savaş sebebi olacaktır.

Sorguya çekilen Kainan, bir ejderhanın peşinde olduğundan bahseder. Önceleri ona inanmasalar da, bunun gerçek olduğu kısa sürede ortaya çıkacaktır. Kainan’ın Moorwen olarak belirttiği bu ejderha türü, şimdiye kadar hiç rastlamadıkları kadar güçlü bir yaratıktır.
Moorwen’ı öldürmek için, onu çok iyi tanıyan Kainan’ın yardımına ihtiyaç duyacaklardır.

Outlander, fantastik yapımlardan hoşlanan seyirciye hitap etmektedir.

Emre Türker

Picture: impawards

10 Nisan 2009

Kelimelere Verilen Ödüller

Yapısal oluşumlarında defalarca çalkalandığım,
Girdaplarında hayal kurup sanatsal titreşimler algıladığım
Kelimelerinden kurulmuş anıtında saygı duruşuna geçtiğim
Ve her şeyden önemlisi
Benzetmelerine tutunduğumda aynadaki görüntü kadar tanıdık
Sanal bir dostsun bana nєнιяѕєℓ

X ve Y nedir derken,
Belirsizlikler içinde denklik arayıp
Çözümlerinde eşitlik sağlamaya çalışan
Kaoslarını yansıtırken çılgına dönüp
Aşk acılarına kırbaç sallayan
Duygularını yüklediği vagonunda
Sözleri kadar asi olmadığını anlatmayan
Ama anlaşılmayı bekleyen ...RiGoR MoRtiS...

Sizlere, bana yönelttiğiniz o mükemmel sözler için teşekkür ederken,
bloglarınız αnтiραяα∂ιgмα ve ~~Bedtime Stories~~ de takipçiniz olmaya devam edeceğim.

Bazı bloglar vardır,
Geçip karşısında vakit geçirmekten zevk alırsınız.
Bazılarında rüyaya yatar hayal kurarsınız
Bazılarında asiliğin zirvesine varırsınız.
Bazılarında özenle seçilmiş kelimelerin anlatımını dinlersiniz.

Bir misafirlik havasında ziyaretine gittiğim bloglarda,
Önem verip yorum bırakıyorsam
Bu değer verdiğim anlamına geliyor.

Takip listemde bulunan her blog, benim verdiğim değerleri temsil eder.
Her yazı yazdıklarında ilk başa dönerlerken, defalarca ödül alırlar birinciliklerinde.
Her yeni yazısıyla liste başına dönüp zirveyi yaşadıklarında
Gidip onları okuyarak tezahüratlarda bulunurum.
İşte budur benim blog ödüllerim.

Not: Çarpılmalar yaşadığım şu günlerde, yeterli ilgiliyi gösteremiyorum.
Belki bu yorgunlukla savaşımda, eskisi kadar güçlü olamayabilirim.
Ama dinlenerek geçireceğim vakitlerden ödün verip, kelimelere tutunmaya devam edeceğim.

Emre Türker

Picture: deviantart

Groundhog Day (1993)

Türkçe Adı: Bugün Aslında Dündü
Tür: Komedi / Fantastik / Romantik
Yönetmen: Harold Ramis
Süre: 101 dakika
Oyuncular: Bill Murray, Andie MacDowell, Chris Elliott, Stephen Tobolowsky, Brian Doyle-Murray, Marita Geraghty, Angela Paton, Rick Ducommun, Rick Overton, Robin Duke, Carol Bivins, Willie Garson, Ken Hudson Campbell, Les Podewell
Pittsburgh'ta, 9. Kanal hava raporu sunucusu Phil (Bill Murray), kendini beğenmiş biridir. Günlük programı ardından, Punxsutawney’de düzenlenecek Dağsıçanı Festivali’ne gitmek üzere, kameraman Larry (Chris Elliott) ve prodüktör Rita’yla (Andie MacDowell) birlikte yola çıkarlar. Geceyi orada geçireceklerdir.

Erken saatlerinde başlayan festival, her zamanki gibi olağan geçmiş, fakat hava şartları Pittsburgh'a dönüşlerini engellemiştir. Phil, nefret ettiği Punxsutawney’de bir gece daha kalmak zorundadır.

Sabah kalktığında Phil’i kötü bir sürpriz bekler. Çünkü günlerden 2 Şubat, yani Dağsıçanı Günü’dür. Sanki dün hiç yaşanmamış gibi aynı şekilde başlayacaktır.

Yaşanan bir günün iyi ya da kötü sonuçlanması, kişinin kendi elindedir. Bu düşünceyi mükemmel şekilde izleyiciye yansıtan film, keyifli vakit geçirmenizi sağlıyor.

Emre Türker

Picture: impawards

08 Nisan 2009

Dalgaların Ardında Kalanlar

Sevgili ...RiGoR MoRtiS... blogunda Zaten Hep Üzgün Bu Beden derken, felsefi oluşumlardaki “Hayatında üzüldüğüne üzüldüğün şeyler neler?” sorusuyla mimlemiş beni. Öyle güzel iltifatta bulunmuş ki, ne söyleyeceğimi bilemez bir haldeyim. Bu soru, geçmişin izlerini taşıyan aşkların kalıntılarını hatırlatıyor.

Aşk, birçok ifadenin içinde yer alan bir kavramdır. Bünyesinde barındırdığı duygular sayesinde, ya dünyanın en mutlu insanı havasına girer, ya da yerin dibine geçersiniz.

Aşk efendi olarak ortaya çıktığında, düşüncelerdeki tüm alıcılar tek yöne odaklanır. Herhangi bir parazit veya sizi etkilemeye çalışan başka sinyaller, duygularınızı çevirmek için yeterli olmayabilir.

Yürekteki dalgalar yükseldiğinde, kıyılardaki tüm maddeleri tokatlayarak derinlerine çeker. Hatta uzun süreli gelgitler yaşanmışsa, kaya gibi sert hisleri bile aşındırabilir. Dalgalar ataklarına son verdiğinde, sahillerinizdeki kumlar azalmış ve zayıflamışsınızdır. Kendinizi toparladığınızda, sulara karşı önlem almaya başlarsınız.

Sonların ardından, platonik havasıyla kokusunu bir süre daha hissettiren aşk, terk edilen tarafı hırpalamaya devam eder. Belki yaşanacak yeni çevre, belki bir kıpırtı, belki de sessiz sular, dalganın gücünün kaybolmasını sağlayan etkili nedenlerdir.

Her şey geride kaldığında, düşüncelerde derin bir nefes kalır. Her fırtına ardından, derin nefes yeniden ortaya çıkar. Geçmişlere ah çekilince, geçen zamana acınır. Tüm yıkımlar, bir hiç yüzünden olmuştur.

İşte bu yaşananlar, geçmişteki hüsranların boşa harcanmış olduğunu anladığımız an’lara denk gelir.

Emre Türker

Picture: deviantart

Requiem for a Dream (2000)

Türkçe Adı: Bir Rüya İçin Ağıt
Tür: Dram
Yönetmen: Darren Aronofsky
Süre: 102 dakika
Oyuncular: Ellen Burstyn, Jared Leto, Jennifer Connelly, Marlon Wayans, Christopher McDonald, Louise Lasser, Marcia Jean Kurtz, Janet Sarno, Suzanne Shepherd, Joanne Gordon, Charlotte Aronofsky, Mark Margolis, Michael Kaycheck, Jack O'Connell, Chas Mastin, Sean Gullette, Abraham Abraham, Te'ron A. O'Neal, Keith David
Sara Goldfarb’ın (Ellen Burstyn) tüm eğlencesi televizyondur. Özellikle favori programı yarışmaları seyrederken bir şeyler atıştırmak, onun vazgeçilmezidir. Oğlu Harry (Jared Leto), eroinmandır. Harry, parasız kaldığında evlerindeki televizyonu hep aynı yere satar, Sara ise parasını ödeyerek geri alır.

Ailesinden para dışında hiçbir şey görmeyen Marion Silver (Jennifer Connelly), Harry’nin kız arkadaşıdır. Tüm günü birlikte geçirir ve eroini birlikte kullanırlar. En yakın arkadaşları Tyrone (Marlon Wayans), uyuşturucu konusunda bağlantıları sağlayan kişidir.

Sara, televizyondaki yarışmaya katılacak adaylardan biri olduğunu, gelen telefondan öğrenir. Çok sevdiği kırmızı elbisesini giymek için aldığı kilolardan bir an önce kurtulması gerekecek, bu nedenle sıkı diyet uygulayacaktır. Fakat bu diyet, gittikçe saplantıya dönüşmeye başlar.

Tyrone, uyuşturucu satma fikri ortaya atar. Böylece kullandıkları eroin için para ödemeyecek, hatta kazanacaklardır. Fakat kurdukları hayal, karanlığa açılan kapının ardındadır.

İnsanlar, sevgiyi yansıtırken hata yapabilir. Bazı hataların geri dönüşü çok zordur. Batağa saplananlar, takıldıkları yerde vakit harcadıkça, kaybolurlar.

İnsanların saplantıları içinde kayboluşunu gösteren film, uyuşturucunun verdiği geçici mutluluk hissini mükemmel yansıtıyor.

Emre Türker

Picture: impawards

07 Nisan 2009

Japon İnsanıyla Selamlaşma

Şu filmlerde gördüğümüz Japonların selamlaşma sırasında saygıyla eğilmeleri, gerçekmiş.

Günlerden bir gün çalışmış olduğum bir yerde, Japon müşterimle karşı karşıya gelmiştik. Önce Hayyy diyerek selamlayışına Hayyy diyerek karşılığım, birkaç kez tekrarlanmış ve ardından sohbete geçmiştik.

Ana dilinden başka lisan bilmediğini öğrendiğimde, tarzanca anlaşmaya çalıştık. O bana Japonca konuştukça, ben ona Türkçe yanıt veriyordum. Gülümserken gözlerimin kısılması, bende babadan kalıtsal bir özelliktir. Konuğumuz bundan hoşnuttu ki, selamlama havasındaki sohbetimizde gülümseyişler hiç bitmedi.

Sonuçta ikimiz de söylediklerimizden hiçbir şey anlamadık. Fakat ayrılırken Hayyy diyerek vedalarımız, gülümseyerek ve el sıkarak son buldu.

Neden olduğu bilinmez, ikimiz de memnun kaldık bu diyalogdan.

Ana fikir: Müşteri, velinimetimizdir.

Emre Türker

Picture: deviantart

A Good Year (2006)

Türkçe Adı: İyi Bir Yıl
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Ridley Scott
Süre: 118 dakika
Oyuncular: Russell Crowe, Marion Cotillard, Albert Finney, Freddie Highmore, Rafe Spall, Archie Panjabi, Richard Coyle, Tom Hollander, Ben Righton, Patrick Kennedy, Ali Rhodes, Daniel Mays
Kazanmak başarının simgesidir. Fakat bazen kaybetmek, kazanmanın tadını anlamak için önemli bir bilgiyi beraberinde getirir.

Fransa’da, amcası Henry Skinner’in (Albert Finney) üzüm çiftliğinde büyüyen Max Skinner (Russell Crowe), kazanma hırsıyla yanıp tutuşmaktadır. Yetişkin bir adam olduğunda, bu hırsı onu Londra’da büyük paralar kazanan bir işadamına dönüştürmüştür.

Çiftlik, uzun süredir ziyaret etmediği amcasının ölümü ardından ona miras kalır. Şarap üretmeyi düşünmeyen Max, malikâneyi satmak için Fransa’ya gelir. Orada güzel ve asabi kadın Fanny Chenal’a (Marion Cotillard) aşık olacak, dolaştığı topraklarda çocukluk hatıraları canlanacaktır.

Çiftliği satmaya kararlı Max’in planları, Christie Roberts isimli kızın bir anda ortaya çıkmasıyla altüst olacaktır.

Kazanmanın her şey olmadığını, hatalardan ders almayı ve sevebilmeyi gösteren bu film, romantizm havasında geçen başarılı bir yapımdır.

Emre Türker

Picture: impawards

06 Nisan 2009

Bedtime Stories (2008)

Türkçe Adı: Gerçek Masallar
Tür: Komedi / Aile / Fantastik
Yönetmen: Adam Shankman
Süre: 99 dakika
Oyuncular: Adam Sandler, Keri Russell, Guy Pearce, Russell Brand, Richard Griffiths, Teresa Palmer, Lucy Lawless, Courteney Cox, Jonathan Morgan Heit, Laura Ann Kesling, Jonathan Pryce, Nick Swardson, Kathryn Joosten, Allen Covert, Carmen Electra, Tim Herlihy, Thomas Hoffman, Abigail Droeger, Melany Mitchell, Andrew Collins, Aisha Tyler, Jackie Sandler, Annalise Basso
Çocuk yaşta dinlediğimiz ya da okuduğumuz masallar, hayaller konusunda önemli bir yere sahiptir. Çünkü bu masallar, insan aklını zorlayan kelimelerle süslüdür.

1974 yılı Los Angeles Kaliforniya'da, Sunny Vista adındaki mütevazi oteli çocuklarıyla birlikte işleten Marty Bronson, mali anlamda yeterli başarıyı elde edemeyince, yerini Barry Nottingham’a (Richard Griffiths) satmak zorunda kalır. Ondan tek isteği, başarılı olduğu takdirde oteli çok seven oğlu Skeeter’in (Adam Sandler) işletmesine izin vermektir. Anlaşma sağlanınca, dev otel Sunny Vista Nottingham kurulur.

Aradan 25 yıl geçmesine rağmen, Skeeter halen vasıfsız eleman olarak görev yapmaktadır.

Bir gün bay Barry, oteli kapatıp yerine Sunny Vista Mega Nottingham’ı kuracağını açıklar. Fakat fırsatçı Kendall’ı (Guy Pearce) genel müdür yapacağını söyleyince, Skeeter yıkılır.

Skeeter, kocası yüzünden görüşmediği kız kardeşi Wendy’i ziyaret eder. Wendy, işten atılmış ve eşi tarafından terk edilerek iki çocuğuyla ortada kalmıştır. Arizona’ya iş görüşmesine giderken, bir haftalığına geceleri çocuklara bakması için Skeeter’dan yardım ister. Okuldan arkadaşı Jill de, gündüzleri destek olacaktır.

Uzun zamandır görmediği için, Skeeter’in çocuklara bakması gerçekten zordur. Skeeter, babasının yolundan giderek işleri yoluna koymaya çalışır, yani masallar anlatarak.

Hayal kurmanın önemini anlatan film, masalsı havada eğlenceli vakit geçirmeyi sağlıyor. Adam Sandler, bu tarz yapımlara gerçekten yakışıyor.

Emre Türker

Picture: impawards

05 Nisan 2009

Duyguları Görebilen Özel İnsan Modeli

Kadınların birlikte olduğu erkeklerden, düşüncelerini anlaması gibi bir beklentisi vardır. Anlık düşüncelerini fark edemediğinizde, surat asabilirler.

Her zaman ne hissedildiğinin anlaşılması, kadını mutlu edecek midir?

Genel olarak surat ifadesi, konuşma şekli, yüz mimikleri ve hareketler, ne gibi bir psikolojiye sahip olduğumuzu belli kalıplarda gösterse de, bunların tamamı gerçeği yansıtmayacaktır. En azında bu genellemeyle duygular anlaşılsa bile, çözüm konusunda aynı metotlar, her bünyede doğru sonuçlanmayacaktır.

Bunun yanında, bazı insanların hisleri çok kuvvetlidir. Ne yapmak istediğinizi anlar, ona göre size yakınlık gösterir. Kadınların duygularını anlayıp arzularını yerine getirmeye başlarsanız, sıkıntılı ifadeler tebessüme dönüşebilir. Tabi bunun yanında gülümseyen bir ifade, yanlış düşüncelerle mutsuzluğa da götürebilir. Böyle durumlarda açık sözlülük, karşılıklı diyalog ve anlayış, sorunların çözümünde yardımcı olacaktır.

Duyguları görebilseydiniz, mükemmel sonuçlar elde edebilir miydiniz? Ya da sizi etkilemeye çalışan kişinin düşüncelerinizi net bir şekilde görebiliyor olması, sizi mutlu eder miydi?

Bir erkek modeli çizelim. Bu erkek; kadının hislerini, kalbiyle beyni arasında dolaşan sinyallerin trafiğini tamamen gören biri olsun. Birlikte dolaşmak istediğinizi anlayıp sizi dolaşmaya çıkarıyor. Deniz kıyısında çay yudumlamak istediğinizi görüp, sahile koşuyor. Yalnız olduğunuzu fark ettiğinizde elinizden tutuyor ve sizi yakınlarınızın yanına götürüyor. Her şey masalsı ilerliyor. Öyle olsaydı, erkeğin duyguları için kadın ne yapacaktı? Mutluluk, iki tarafı yeterli anlamda doyurabilecek miydi? Böyle bir erkeği, elinizde ne kadar tutabilirsiniz? Acaba bir süre sonra erkek, kendini hizmetçi konumunda görmeye başlayıp, açlık çeken duygularını doyurmak için başka kollar aramayacak mıydı?

Şimdi bir kadın model çizelim. Bu kadın; erkeğin hislerini, kalbiyle beyni arasında dolaşan sinyallerin trafiğini tamamen gören biri olsun. Erkek, sürpriz yapmak için hediye alıyor veya bir şey planlıyor. Kadın, ne getirileceğini ya da önüne konan paketin ne olduğunu biliyor. Birlikte yürürken, yanından geçen bir kadın hakkındaki ateşli duyguları görüyor. Maç izleme istediğini fark ettiğinde, sinemaya gitme teklifini önermiyor. Arkadaşlarıyla yaptığı özel konuşmaları anlatmadığı için erkeğine köpürüyor.

Örnekler çoğalabilir veya iki durumdaki cinsler, yer değiştirebilir.

Gizem bunun neresinde kaldı? Hayatın eğlencesi, iddialı konumdayken sonucu bilememenin heyecanıyla yürümüyor mu?

Eğer her iki tarafın bu yeteneği olsaydı, düşünmenin anlamı kalmazdı. Duygular hiçbir şey ifade etmezdi. Beklentilerimiz suya düşerdi. Heyecanlanamazdık. Arzulayamazdık.

Kişinin ne istediğini öğrenmek, zamanla görerek veya tanımaya çalışarak mümkün olur. İlk görüşteki aşklarda, titreşimler bu şekilde ortaya çıkar. Tanımadan körü körüne bağlanmak, yıkımlara götürebilir.

Bazı şeylerin mantığı yoktur. Kişiliklerin uyum sağlaması, her şeyin önünde gelir. Eğer uyumlu değilseniz, duyguları istediğiniz kadar görebilme yeteneğiniz olsun, size tatmin etmeyecektir.

Düşünceleri görmek istiyorsanız, karşınızdakini anlamaya çalışmalısınız. Nelerden hoşlanır, yüz mimikleriyle anlatmak istediği nedir, nerelere gitmek ister, ne yer, ne içer, sevdikleri ve sevmedikleri nedir? İşte bu bulmacanın çözümü, özveriyle birlikte gelir.

Emre Türker

Picture: deviantart

All the Boys Love Mandy Lane (2006)

Türkçe Adı: Vahşet Partisi
Tür: Korku / Gizem / Romantik / Gerilim
Yönetmen: Jonathan Levine
Süre: 90 dakika
Oyuncular: Amber Heard, Anson Mount, Whitney Able, Michael Welch, Edwin Hodge, Aaron Himelstein, Luke Grimes, Melissa Price, Adam Powell, Peyton Hayslip, Brooke Bloom, Robert Earl Keen
Mandy Lane (Amber Heard) ve arkadaşı Emmet (Michael Welch), Dylan’ın düzenlediği partiye katılırlar. Emmet’in kışkırtması sonucu Dylan, Mandy’i etkilemek için evin çatısından havuza atlamaya kalkınca, hayatını kaybeder.

Dokuz ay kadar sonra arkadaşları Red’in (Aaron Himelstein) ev partisi davetini, Mandy kabul eder. Partiye katılan tüm erkeklerin gözü, kasabaya geldiği günden bu yana kimseyle ilişki yaşamayan saf Mandy’nin üzerinde olacaktır.

Gece olduğunda, alkol ve uyuşturucunun etkisiyle gençler kendilerini kaybeder. Red’in evinde hizmetli olarak çalışan silahlı Garth (Anson Mount), belli aralıklarla onları ziyaret ederek dikkatleri üstüne çekecektir.

Parti düzenleyen gençlerin eğlencesi sırasında ortaya çıkan cinayetler, bilinen bir tarzdır. All the Boys Love Mandy Lane, bu yapımlardan biridir.

Emre Türker

Picture: impawards

04 Nisan 2009

Marley & Me (2008)

Türkçe Adı: Marley ve Ben
Tür: Komedi / Dram / Aile / Romantik
Yönetmen: David Frankel
Süre: 120 dakika
Oyuncular: Owen Wilson, Jennifer Aniston, Eric Dane, Kathleen Turner, Alan Arkin, Nathan Gamble, Haley Bennett, Ann Dowd, Clarke Peters, Haley Hudson, Tom Irwin, Alec Mapa, Sandy Martin, Joyce Van Patent, Matthew J. Walters, Michael Baskin
John (Owen Wilson) ve Jennifer (Jennifer Aniston), yeni evlenmiş gazeteci çiftlerdir. Kısa bir süre sonra John Grogan, çapkın arkadaşı Sebastian’ın (Eric Dane) çalıştığı Sun-Sentinel gazetesine muhabir olarak işe başlar.

Evliliklerinin monotonlaşmaması için Sebastian’ın fikrini dinleyen John, Labrador cinsi bir köpek almaya karar verir. Jennifer’ı sürpriz olarak götürdüğü hayvan çiftliğinde, ufak tefek ve sakin görünen bir yavru erkek köpeği birlikte seçerler. John, köpeğe Marley ismini verir.

Yaşamlarına renk katması için aldıkları Marley, oldukça hiperaktiftir. Bu nedenle bir an bile boş bırakılması, felaketle sonuçlanmaktadır. Aileye yeni katılan sevimli Marley, haylazlığıyla tüm planları altüst etmeye başlayacaktır.

Genel anlamda bakıldığında, başrol oyuncusu Marley gibi görünüyor. Güzel vakit geçirmenizi sağlayan film, evliliğin zaman içindeki belli aşamaları anlatırken, sorunlardan kurtulma ve mutlu olma konusunda fikirler verebiliyor.

Emre Türker

Picture: impawards

Thick as Thieves (2009)

Türkçe Adı: Son Oyun
Uluslararası Adı: The Code
Tür: Polisiye
Yönetmen: Mimi Leder
Süre: 104 dakika
Oyuncular: Morgan Freeman, Antonio Banderas, Radha Mitchell, Robert Forster, Rade Serbedzija, Michael Hayden, Marcel Iures, Gary WerntzMükemmel şekilde korunan Romanov Mücevherciliğin kasasına girmeyi aklına koymuş iki profesyonel hırsızın, planları ve eylemleri konu ediliyor.

Miami’den gelen usta hırsız Gabriel Martin (Antonio Banderas), New York metrosunda silahlı soygun gerçekleştirir. Ünlü hırsız Keith Ripley (Morgan Freeman), bu sırada Gabriel’i izlemektedir. Keith’in aklındaki, Romanov Mücevherciliğin sahip olduğu, her biri 20 milyon dolar değerinde iki Fabergé yumurtasını çalmaktır. Çünkü bu yumurtaları, borçlu olduğu Rus mafyasından Nicky’e teslim edecektir.

Gabriel, Keith’in ölen ortağı Victor’un kızı Alexandra Korolenko (Radha Mitchell) ile tanışır. Alexandra’yı koruyan Keith, bu yakınlaşmadan rahatsızdır.

Keith, bir süre sonra Gabriel’i hırsızlığına ortak etmeyi başarır. Fakat peşlerinde, hırsızların korkulu rüyası haline gelen ve uzun süredir Keith ‘i izleyen dedektif Weber (Robert Forster) olacaktır.

Thick as Thieves; mafya, polis ve hırsız üçlemesinde, klasik bir polisiye filmdir.

Emre Türker

picture: impawards

Antena, La (2007)

Türkçe Adı: Anten
Uluslararası Adı: The Aerial
Tür: Dram
Yönetmen: Esteban Sapir
Süre: 99 dakika
Oyuncular: Valeria Bertuccelli, Alejandro Urdapilleta, Julieta Cardinali, Rafael Ferro, Florencia Raggi, Sol Moreno, Jonathan Sandor, Raúl Hochman, Ricardo Merkin, Carlos Piñeiro, Camila Offerman, Alejandro Regueiro, Christian Amat, Federico Miri, Paulina Sapir
Siyah-Beyaz olarak çekilen bu yapım, modern sanata bir bakış olarak değerlendirilebilir. Sessiz şehrin insanları, özgürlüğün ellerinden alınışı konusunda, haksızlığa seyirci kalıyor.

20. yy.da Gıda TV’nin sahibi Bay TV (Alejandro Urdapilleta), tüm şehir insanlarının sesini alıp götürdüğünde, kimse bundan şikâyetçi olmamıştı. Sese sahip iki kişi vardı. Bunlar; suratı olmayan kadın “Ses” ve onun gözsüz çocuğu Tomas’dı.

Şehrin insanları seslerini kaybetmiş olsa da, kendilerini kelimelerle ifade edebiliyordu. Bay TV bununla yetinmeyip, tüm şehre sahip olmak istedi. Bunun için Ses’le anlaşma yaptı. Karşılığında oğluna göz bulacaktı.

Ses’in yaşadığı Karanlıklar Sokağı’nda kapı numaraları karıştı ve gözle ilgili mektup, küçük kız Ana’ya (Sol Moreno) geldi.

Film tamamen görsel anlatımlarla süslenmiş olup, konusu gereği sadece birkaç diyalogla seslendirilmiştir. Cümleler, sanatsal anlatım ve uçuşan kelimelerle dile getiriliyor. Normal yapımlardan çok uzak olan “Antena, La”, modern sanatla ilgilenenler dışında kalan izleyicinin büyük bir bölümünü sıkacaktır.

Emre Türker

Picture: moviegoods

03 Nisan 2009

Kaldırımdaki Gölgeler

Mutluluk parçaları, olumsuz düşünceleri olumlu yönlerinden görebilme oyunuyla birleşti. İlikleri titreten soğuk hava, yalancı sıcağı üfleyen lodosla birlikte geride kaldı. İşte tam o sırada, iki gölge göründü uzaktan.

Bulutların arasından sıyrıldı güneş ve büyük kaldırım taşlarına sevgiyle dokundu. Geçtikleri yerleri hafifçe serinleten gölgeler, küçük mutlulukların peşindeydi. Hayat mücadelesinde yeterli kaynağı bulamamış olmanın üzüntüsünü yaşasalar da, sancısını çekmiyorlardı.

Köşede bir simitçi yansıdı taşlara. Sabahın ilk siftahıyla hareketlenen tombik seyyar, fırından yeni çıkmış susamlı parçayı sevgiyle uzattı onlara. İki gölge, paylaşım için karşı karşıya geldiler. Mis kokulu pişmiş hamur parçasını ortadan ikiye ayırırlarken, düşen susamlardan da güvercinler nasiplenmişti.

Nereye gittiklerini biliyor gibiydiler. Belki tam bir adres yoktu ellerinde.
Belki gittikleri yerlerde açılmamış kapılardan geri döneceklerdi.
Görmek istedikleri yerlerde, havayı solumak için gereken ücreti denk getiremeyeceklerdi.
Ama hayal kuracaklardı denize karşı.
Vapurların su üstündeki sessiz gidişlerini uzaktan seyredeceklerdi.
Belki büyük gemilerde, dünyaya açılacak düşüncelere dalacaklardı.
Belki de… Kim bilir… Bir gün…

Doyumsuzluk içinde doyuma ulaşmak, her gölgenin harcı değildir.
Kimi gölgeler vardır;
Büyük parçalar için paralarken kendini, kayboluverir.
Kimi gölgeler vardır ki;
Zaten onlar başladıkları yeri çok iyi bilenlerdir.

Emre Türker

Definitely, Maybe (2008)

Türkçe Adı: Kesinlikle, Belki
Tür: Komedi / Dram / Gizem / Romantik
Yönetmen: Adam Brooks
Süre: 112 dakika
Oyuncular: Ryan Reynolds, Abigail Breslin, Rachel Weisz, Isla Fisher, Elizabeth Banks, Kevin Kline, Derek Luke, Dana Eskelson, Kevin Corrigan, Sakina Jaffrey, Bob Wiltfong, Gerard Bianco, Melissa Rocco, Alexie Gilmore, Casey Cipriani
Bir adam ve üç kadın… İş, zaman ve mekân arasında geçen eğlenceli bir aşk hikâyesidir. En uygun kadının hangisi olduğu arayışına izleyiciyi tanık ediyor.

Will “William” Hayes (Ryan Reynolds), eşinden ayrıldıktan sonra kızı Maya’yı (Abigail Breslin) haftanın belli günleri okuldan alarak, onunla vakit geçirmektedir. Yine bir gün kızını almaya gittiğinde, okulda seks eğitimi verildiğini öğrenir. Maya, o gece babasından nasıl dünyaya geldiğini ve annesiyle nasıl tanıştığını öğrenmeden yatmak istemez.

Will, tanışma anı hikâyesini anlatırken annesinin kimliğini gizleyecek, sırrı çözme işini kızı Maya’ya bırakacaktır. Bu konuda anlaşırlar.

Başkanlık seçimlerinde çalışmak için iki aylığına New York’a giden Will, kız arkadaşı Emily (Elizabeth Banks) ile kısa süreli yollarını ayırır. Gitmeden önce Emily, eski arkadaşlarından Summer’a (Rachel Weisz) vermesi için onun günlüğünü paketler ve Will’e teslim eder.

New York’a geldikten sonra işyerinde April’le (Isla Fisher), günlüğü teslim ederken de Emily’le (Elizabeth Banks) tanışır. Bu üç kadının Will ile olan ilişkisi, Will’in aşk hikâyesini oluşturmaktadır.

İzleyiciyi romantizm içinde bulmacaya sürükleyen film, sonuna kadar çekiciliğini koruyan harika bir masal gibidir. Seyretme şansı bulan romantik komedi severlerin aklında yer edecektir.

Emre Türker

picture: impawards

02 Nisan 2009

Çocukluk Hatıralarım

Kelebeğin Ömrü, çocukluğumuzu anlatmamızı isteyen soruları paslamış, oyuna katılmamızı bekliyor ve diyor ki:
“Anlatın bana bakıyım neler yaptınız siz çocukken, haylaz mıydınız? Durgun muydunuz? Sümüklü müydünüz? Oyunbozan mıydınız? Gıcık mıydınız? Hileci miydiniz?” diyor.

Kozasından çıkıp her gün yeniden hayata gözlerini açan Kelebeğin Ömrü, çocukluğuma yolculuk için bir zaman makinesiyle evimin önünden aldı beni. Şimdi o yerlerde dolanırken, kalabalık caddelerden, gürültülü sokaklardan uzaklaşmanın mutluluğunu yaşayacağım.

Yazıya başlamadan önce, yeni paslaşmalarda bulunmak istiyorum. Eğer kabul ederseniz;
BI DOST , DEZ , ÖzLeM , Haydins , Blood.Roses. veee Darkstar


Hatırımda kalan ilk notlar, çakıl taşlarıyla kaplı yüksek tepelere uzanan dolambaçlı bir yolun sonundaki sıcakkanlı, seri konuşmacı Karadeniz insanlarının bir araya geldiği köye dairdir.

Anne ve babamın öğretmenliğinden dolayı atandıkları bu yerde, imece usulü toplanan fındık dalları arasında, insanların birbirleriyle konuşmalarını dinler, bir sağa bir sola koşuştururdum. Dağlardan gelen berrak soğuk suları içerken, kelebeklerin daireler çizerek uçuşmaların takip ederdim. Papatyalardan taç ve kolye yapardım ablama hediye etmek için. Hacı amcanın yetişkin kızlarının maskotu haline gelmişken, onların mutluluk kaynağı olmak gurur verirdi bana. Derme çatma okulun tek katlı öğretmenevinde kalır, geceleri davullu zurnalı, ışıklı düğünlerinde Fuat amcamın gazozlarını almak için sıraya girerdim. Şekerli sakızların şekeri bitinceye kadar geviş getirir, otları ağzında oval şekilde çevirerek midesine indiren ineklerin verdiği sütü içerdim. Karadeniz’in ünlü hamur işlerine bayıldığımdan, her gece bir bardayım havasında, her gece bir köy evindeydim.

Yazları İzmir’in yollarına seyahatçi olarak düşerken, rahmetli anneannemin şirin evine varmak için saatleri sayar, babamın kucağında uyuyakalırdım. Gözümü açtığımdan, anneannemin neşeli suratıyla karşılaşır, elleriyle hazırladığı mantısını tatmak için mutfakta beklerdim. Dedemi çok sevmeme rağmen, mesafeliydim biraz. Koltuğunda oturup kahvesiyle birlikte sigarasını tüttürürken bana hizmet etmelerini emreden boğuk sesini hatırladıkça, ruhum çocukluğumdaki o bedene geri dönüyor.

Fuarın karnaval havası, şimdikinden çok farklıydı. Uçan balonumu ne kadar elimden kaçırsam da yine de koluma bağlamalarına izin vermez, ipi elimden kayıp balon göklere yükselirken yeniden almaları için mızıklardım. Sanatçı dayımın heykellerini hazırladığı evinde, sanki bir müzedeydim. Yengemin rahatlatıcı konuşmalarıyla telkin olurken, sıcak havayı estiren vantilatörün önünde saçlarımın dağılışıyla beraber gülücükler saçardım.

Sapan yapmasını istemiştim babamdan. Tehlikeli hiçbir oyunu tasvip etmezdi. Zorla hazırlattığım o tehlikeli aleti, sadece diktiğim boş tenekeleri vurmak için kullanmışımdır. Hiçbir kuş, taşımdan nasibini alıp da yaralanmamıştır.

Organik, inorganik nedir bilmezdik biz hormonsuz dünyada. Meyveleri ve sebzeleri, toprağındaki özünden çıkan bedeninden koparırdık. Kimsenin kimsede malı, kimsenin kimsede gözü kalmazdı. Göz hakkı diye bir şey vardı insanlık ölmeden önce…

Babamın kucağında uyumak keyif verir ki, defalarca uyuklama numarası yapmamın sebebiydi o hoplamalarım, zıplamalarım.

Çocuklara aşı yapmak için gelen doktorların arabalarındaki iğnelerden değil de, yanlarında getirdikleri kurt köpeğinden korkardım.

Yıllar ilerledikçe, hayat bozuldu. Geçmişin son sıcaklığını yaşayanlardan olmanın haklı gururu var içimde. Gelişen teknolojiyle birlikte tükenen insanlığın acısıyla, düşüncelerime geri döndüğüm çocukluğumdan çıkmak istemiyorum.

O zamanlarda dolansak, bir rüya olsa yaşadıklarımız ve hiç uyanmasak…

Emre Türker

01 Nisan 2009

Geçmişten Uyanış

Yılların eskitemeyip değer kattığı fosilleşmiş bir kalıpta, seni düşünüyorum.

Geçmiş bir an’dı. Belki anları yakalayamayacak kadar acizdim, belki fark edilmemiş sıcaklığın evrimleştiği zamanda yaşıyordum.

Gidişime feryatlar bıraktığın günlüğünde, geri dönüşüme müsait sayfalarda geziyordum. Sen sabırla beklerken, ben çoktan ölmüştüm aslında.

Cezalandırmak için kalıplara sardılar beni. Her geçen gün buzlaşmış bedenimde çürüyerek eriyordum. Bu caddelerde insanlar dolaşırken, ben geçmişi yaşıyordum.

Taştan bir mezar yaptılar beni unutmamak için. Karanlık bir odanın ışık sızan köşesinde soğuktan titrerken, yerimi yadırgamış olduğum gerçeğini, diğer fosiller biliyorlardı. Onlar bir kopyanın ürünüydü, taştan mezar içindeki süslenmiş kutuda bekleyen bedenim ise, yalanlanamaz gerçek…

Kabullenemedim.

Ansızın uyandım.

Bu yalan dünyada gerçek bedene tutunmuş olarak, ruhum bir adım önde, şimdi sana geliyorum.

Tarihin hangi sayfasındayım, bilmiyorum.

Emre Türker

Arkeoloji Müzesi

Sokaklarda dolanırken, defalarca yakınlarından geçtiğimiz tarihi zenginlikleri görmezden gelip, park ve bahçelerde keyif çatıyoruz. Bazen neler kaçırıyoruz, işte bunu çoğu zaman anlayamıyoruz.

İstanbul’da, Topkapı Sarayı çıkışından Gülhane’ye doğru inen yokuşta, müthiş bir müze var. Müzeye giden bu yokuşun adı, kurucusu olan Osman Hamdi Bey Yokuşu’dur. Türkiye’nin en zengin müzelerinden biri olarak önemini koruyan Arkeoloji Müzesi, 1992 yılında Avrupa konseyi tarafından yılın müzesi seçilmiş.

Müzenin dış kapısından içeriye girildiğinde, muhteşem bahçesindeki arkeolojik kalıntılar, ziyaretçilerini karşılıyor. Müzenin içi, oldukça bakımlı ve göze hitap edilecek şekilde dizayn edilmiş. Heykeller arasında dolaşırken, geçmişe yolculuk yapabiliyorsunuz. Mumya, lahit ve tanrıça heykelleri, Anadolu Medeniyetlerine ait kalıntılar, insanı büyülüyor.

Ressam ve arkeolog Osman Hamdi Bey tarafından Müze-i Hümayun ismiyle 1891 yılında açılmış müze, 1900’lü yıllarda inşa edilen ek binalarla desteklenmiştir.

Not: Tarihi notlar, istanbul.gov.tr adresinden kaynakçadır.

Emre Türker