31 Mart 2010

Mesleksiz Üniversite Mezunları

Seyyar Satıcıya Üniversiteli Satış Uzmanı Aranıyor!
Gelir standartlarında okul getirisinin oranı gittikçe düşüyor. Çünkü tıp gibi uzmanlık gerektiren işler haricinde, mesleğe uygun yetiştirme programlarıyla alternatif çözümler üretmek mümkün. Üniversite mezuniyetinin önemi, artık kültürel ve sosyal yönle sınırlı kalmaktadır.

Girişte anlatılanların, “üniversitenin gereksizliği” şeklinde algılaması hatalı olacaktır. Örneğin, bir bankada memur olmak için geçmişte lise mezunu olmanız yeterliyken, şimdilerde yüksekokul ve/veya lisans durumları “tercihen” olarak nitelik taşımaya başlamıştır. Nüfusla beraber okul ve bölüm sayısının artması, aranan özellikler konusunda çitayı yükseltiyor. Yakında seyyar satıcıların “portatif satıcıya üniversiteli pazarlama uzmanı aranıyor” ilanını görmek sürpriz olmayacaktır.

“Bu şirket benim sayemde yürüyor, ben olmazsam onlar bir hiç” anlayışı bitmiştir. Önceden şirketin kalifiye elemanları ne kadar patronlarına rest çekebilse de, artık devir değişti. Şimdilerde her gidenin yerine, yeni bir alternatif kolayca bulunabilmektedir. Sanayi devrimi ve teknolojik gelişim, herkesin her işi yapabilmesine olanak tanıyor. Avrupa ülkeleri, 18. yüzyılda makine devrimini insanın aleyhinde kullanarak, bu değişimi başlatan isimler olmuştur.

Kısasa kısas yöntemi, çatışmacıdır. Çatışmada birileri mutlaka kaybeder. Güç daha çok paranın yanındadır. Ancak para, iyi işletildiğinde kazandırır ve iyi işletme, firmanın personelini kazanmasıyla sağlanır. Dolayısıyla çatışmak değil, birlikte hareket ederek ilerlemek gerekir.

Eğer şirketinizde saygın ve bilinir şekilde tanınmak istiyorsanız, farkı yakalamalısınız. Üniversite mezunu olmanız bir fark değil, gerekliliktir. Kâr sağlayacak düşünceler, bireysel gelişim, eğitim ve teknoloji gibi kavramların takibiyle mümkün olacaktır.

Emre Türker

Picture: deviantart

30 Mart 2010

A Christmas Carol (2009)

Türkçe Adı: Yeni Yıl Şarkısı
Tür: Animasyon / Dram / Fantastik
Yönetmen: Robert Zemeckis
Süre: 98 dakika
Oyuncular: Jim Carrey, Gary Oldman, Robin Wright Penn, Colin Firth, Cary Elwes, Daryl Sabara
Ortağı Jacob Marley ölünce, şirketin tamamı Ebenezer Scrooge’ya (Jim Carrey) kalır. Varlıklı olmasına karşın Scrooge; asık suratlı, cimri ve yalnız biridir. Yardımcısı Bob’u boğaz tokluğuna ve izinsiz çalıştıran Scrooge, 1800’lü yılarda halkın sefaletine de kayıtsız kalmaktadır.

Ortağının ölümünden yedi yıl sonra, Jacob Marley’in hayaleti noel arifesinde ortaya çıkar. Onu uyarmak üzere geldiğini söyleyen Marley, gitmeden önce üç hayaletin daha kendisini ziyaret edeceğini haber verir. Hayaletler, Scrooge’nın acımasız ve mutsuz ifadesini değiştirmek için yol göstermeye çalışacaklardır.

Forest Gump filmiyle Oscar almış yönetmen Robert Zemeckis’in Motion Capture (Hareket Yakalama) tekniğiyle çektiği bu film, bir çeşit ders verir nitelikte. Charles Dickens’ın aynı adlı romanından beyazperde uyarlanmıştır.

Emre Türker

Picture: impawards

29 Mart 2010

Herkes Dizilerde Yaşıyor Hayatını

Günde en az 3 saat boyunca televizyonunuz açık kalıyorsa, hayatınızın tüm parçaları size ait değildir. Günün kritiğinin yapılması, akşam yapılabileceklerinizden kaçırdıklarınızı veya herhangi bir aktiviteden yoksunluğu, ancak televizyonu kapattıktan sonra anlayabiliyorsunuz. Önce kısa bir sessizlik oluyor. Biraz boşluk, can sıkıntısı ve sonunda düşünceler başlıyor. İşte o an, iyi ya da kötü kendinize geliyorsunuz.

Geçmişi ne kadar tanıdığınız, biraz farkındalık, biraz da yaşanmışlıkla alakalıdır. Eğer televizyonun 24 saat açık olmadığı dönemleri gördüyseniz, yaşamın hallerini karşılaştırma olanağına sahipsiniz demektir. Örneğin çocukluk yıllarında anne, gündüz vakitlerini komşularla geçirirdi. Akşamları aile gezmeleri olurdu. Çocuklara oyun ve oyuncaklarla hayallere dalar, aile fertleri kendi aralarında saatlerce sohbet ederlerdi. Her bireyin kendine göre özel bir hayatı vardı. Yani her yaşanmışlık kendine göre özeldi. Sohbetler sırasında anlatılanlar o kadar çeşitliydi ki, her seferinde yeni bir şeyler öğrenebilirdiniz.

Televizyon açık değilken, pencereden dışarıyı seyrederek sokaktan haberdar olurdunuz. Daha fazla kişiyi tanır, daha sıcakkanlı davranırdınız. Selam vermenin ve selam almanın önemini bilirdiniz. Gülümsemek için kişisel gelişim derslerine ihtiyaç duymazdınız. Psikologların görevini arkadaşlarınız veya aileniz devraldığından, farklı kişilerden yardım gereksinimi duymaydınız. Öyle ya, bunun bazı zararları da olurdu. Mesela tavsiyeler amatör olduğundan bünye hatalara zorlanır, fakat bundan gerekli dersleri de almasını bilirdiniz.

Bu tarz bir konuşma sırasında, Figen Türker'den beğenerek not ettiğim bir söz: “Herkes dizilerde yaşıyor hayatını…"

Şimdilerde biraz durum tersine gidiyor. Her şeyden haberdar olduğumuzu zannediyor ama kapı komşumuzdan bihaber (habersiz) yaşıyoruz. Hayatımız dizilere göre programlanıyor. “O akşam olmaz, TV’de en sevdiğim dizi var” gibi cümleleri sık duyuluyor. Birilerini anlatmaktan çok, televizyon programlarındaki dramatik sahneler üzerinde tartışıyor, soyut kavramlara gözyaşı döküyor, somutları görmezden geliyoruz. Hayatta sanki bir şeyler gittikçe eksiliyor. Kaynakları doğru tüketemiyor, bu nedenle gittikçe tükeniyoruz. Merak ediyorum da, bu dip nereye kadar gidecek…

Emre Türker

Picture: deviantart

Sex Drive (2008)

Türkçe Adı: Skor Peşinde
Tür: Komedi / Macera
Yönetmen: Sean Anders
Süre: 109 dakika (kesintisiz 129 dakika)
Oyuncular: Josh Zuckerman, Amanda Crew, Clark Duke, James Marsden, Seth Gren, Alice Greczyn, Katrina Bowden, Charlie McDermott, Mark L. Young, Cole Petersen, Dave Sheridan, Michael Cudlitz, Allison Weissman, Andrea Anders, Kim Ostrenko
Yatmak için bir kızla arayan Ian (Josh Zuckerman), çekingenliği yüzünden başarısız olmaktadır. İnternette yazıştığı birinden seks teklifi alınca, hemen plan yapmaya başlar. Arkadaşı Lance (Clark Duke) ile beraber, abisi Rex’in (James Marsden) spor arabasını gizlice alıp yola koyulurlar. Fakat yolda çocukluk aşkı ve komşusunun kızı Felicia’yı (Amanda Crew) görünce, bir şekilde onu da yanlarında götürmek zorunda kalacaklardır.

Filmin uzatılmış kayıt versiyonunda, yönetmen matraklığı arttırmak için, ara sıra filmden alakasız çıplak bir
kadın ortaya çıkartıyor. Cinsellik üzerine yapılmış bol argolu Sex Drive, sonuçta türünü sevenleri eğlendirmeyi başarıyor.

Emre Türker

Picture: impawards

28 Mart 2010

The Box (2009)

Türkçe Adı: Kutu
Tür: Dram / Gizem / Bilim-Kurgu / Gerilim
Yönetmen: Richard Kelly
Süre: 115 dakika
Oyuncular: Cameron Diaz, James Marsden, Frank Langella, James Rebhorn, Holmes Osborne, Sam Oz Stone, Gillian Jacobs, Celia Weston, Deborah Rush, Lisa K. Wyatt, Mark S. Cartier, Kevin Robertson, Michele Durrett, Ian Kahn, John Magaro, Ryan Woodle, Basil Hoffman, Robert Harvey, Gentry Lee, Andrew Levitas, Gabriel Field, Frank Ridley
Virjinya 1976. Nasa’ya bir haber ulaşır. Arlington Steward (Frank Langella) adlı hasta, öldükten sonra dirilerek amacı bilinmeyen bir cihaz yapmıştır. Cihaz, test amaçlı bazı evlere götürülerek bırakılmaktadır.

Sabahın erken saatlerinde Norma (Cameron Diaz) ve Arthur Lewis (James Marsden) çiftinin kapısı çalınır. Kapıya bir kutuyla birlikte bay Steward’ın arayacağına dair not bırakılır. Kısa bir süre sonra Arlington Steward, Norma evdeyken ziyarete gelir ve bir teklifte bulunur. Söylediğine göre, kutudaki düğmeye basması durumunda, dünyanın herhangi bir yerinde tanımadıkların biri ölecek, fakat karşılığında 1 milyon dolar alacaklardır. Eğer düğmeye basmazsa, kutu bir başkasına teslim edilecektir. Lewis ailesi için mali durum kötüleşmeye başladığından, teklif korkunç ama cazip görünmektedir. Acaba tüm bunlar bir oyun mu, yoksa kurulmuş bir düzenin parçası mıdır?

Film tam anlamıyla gizem üzerine kurgulanmış. Sona kadar işin nereye varacağını merak ediyorsunuz. Donnie Darko’nun yönetmeni Richard Kelly’nin esrarengiz yapıtlarından biri olan The Box, gizem ve bilimkurgu sevenlerin dikkatini çekecektir.

Emre Türker

Picture: impawards

27 Mart 2010

Moon (2009)

Türkçe Adı: Ay
Tür: Bilim-Kurgu / Dram / Gizem / Gerilim
Yönetmen: Duncan Jones
Süre: 97 dakika
Oyuncular: Sam Rockwell, Dominique McElligott, Rosie Shaw, Adrienne Shaw, Kaya Scodelario
Dünyada artan enerji kıtlığı, insanları yeni arayışa itti. Sonunda ayda bulunan ve kullanıldığında atık bırakmayan Helyum 3 adlı bir madde keşfedildi. Böylece insanlık, büyük oranda enerji ve atık sorunundan kurtuldu. Maddeyi dünyaya taşıyan firmanın teknolojik yatırımları sayesinde, sadece tek personelle iş yürütülebilecekti. Böylece astronot Sam Bell’le (Sam Rockwell) üç yıllık kontrat imzalandı.

Konuşacak kimseden yoksun, dünyadan sadece kaydedilmiş görüntülerden haberi olan Sam, zor geçen üç yılın ardından eve dönmeye hazırlanır. Sadece iki hafta sonra, eşine ve kızına kavuşacaktır. Fakat yalnızlığın getirdiği fiziksel sorunlarla mücadele eden Sam’in, halüsinasyon sorunu ortaya çıkar. Mevcut durumunu gizlese de, ona her türlü durumda yardımcı olmak üzere üretilmiş süper robot Gerty, anormalliğin farkına varacaktır.

Teknolojinin insanları yalnızlaştırması, duyguların geri plana atılması ve değerlerin yok oluşu gibi durumlardan bahseden, konusu ve içeriği yönünden hayli ilginç bir yapım olmuş. Filmin tamamına yakın bir bölümünü Sam Rockwell, kendi başına götürüyor. Bilim-kurgu severlerin dikkatine sunulur.

Emre Türker

Picture: impawards

26 Mart 2010

Away We Go (2009)

Türkçe Adı: Uzaklara Gidelim
Tür: Komedi / Dram / Romantik
Yönetmen: Sam Mendes
Süre: 98 dakika
Oyuncular: John Krasinski, Maya Rudolph, Carmen Ejogo, Catherine O'Hara, Jeff Daniels, Allison Janney, Jim Gaffigan, Samantha Pryor, Conor Carroll, Maggie Gyllenhaal, Josh Hamilton, Bailey Harkins, Brendan Spitz, Jaden Spitz, Chris Messina, Melanie Lynskey, Colton Parsons, Katherine Vaskevich, Jerome Stephens Jr., Brianna Eunmi Kim, Paul Schneider, Isabelle Moon Alexander, Finnerty Steeves, Stephanie Kurtzuba, Pete Wiggins, Audrey Amey, Shirley Roeca, Tory Wood
Verona De Tessant ((Maya Rudolph) ve Burt Farlander ((John Krasinski), kendi halinde mutlu bir çifttir. Bir kız çocuğu dünyaya getirecek olması, Verona’nın evliliğe karşı olan fikirlerinin değiştirmemiştir. Çocuklarına bakması konusunda Burt’ın ailesinden destek bekleseler de, onlar uzun bir yolculuğa çıkmanın hayali içindedir. Bunun üzerine Verona, yaşadıkları Chicago şehrinden ayrılarak, başka yerlerde hayatlarını devam ettirme hayali kurar. Düzenli işlerinin ve beklentilerinin olmaması nedeniyle, bu hayali gerçekleştirmek üzere hareket ederler.

Aradıkları yeri bulma ümidiyle ilk yolculukları Phoenix’te başlayacak ve tüm tanıdıklar ziyaret edilecektir. Bu sırada başka şehirlerde, başka ailelerin yaşamları ve kendi boşlukları sorgulanacak, sonuca ulaşılmaya çalışılacaktır.

Away We Go, değişen dünyada farklılaşan aile yapıları üzerinde duran dramatik bir komedidir. Yorumsal analizler yaparak, sinemayı daha çok sanat açısından irdeleyenlerin beğenisini kazanacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

25 Mart 2010

İş Görüşmesi İçin Gelmiştim!

"Görüşme sırasında herşey güzel gibi görünüyordu ama ne oldu anlamadım?"
İş arıyorsunuz. Tedirgin ve heyecanlısınız. Gelecek beklentiniz yüksek. Basamakları doğru çıkmakta kararlısınız.

İş görüşmelerinde yapılması gereken bazı ufak-tefek ayrıntıları, İş Görüşmelerinin Altın Kuralları başlıklı yazımda belirtmiştim. Siz her şeyiyle hazırsınız. Peki, görüşmeci hazır mı? Öyle ya, yetenek ve özellikleriniz, alım kararı aşamasındaki tek etken değil.

1- ) İş heyecanıyla görüşme salonuna giren Faik, kendisine seslenen Selma hanımın bulunduğu yöne doğru ilerliyor. Doğru selamlaşma, güler yüz ve el sıkışma ardından Selma, Faik’in kariyeri hakkında bilgi istiyor. Faik heyecanla kendini tanıtırken, işe olan isteğini göstermeye çalışıyor. Fakat Selma’nın aklı muhtemelen başka yerde olduğundan, söylenenleri dinlemiyor. “İşinizden neden ayrıldınız?” sorusu, Faik’in o sırada bölümün kapandığı ve işin başka firmaya devredildiği kısmının atlandığına işaret. Faik’in sadece “devam edilseydi daha iyi olurdu” son cümlesi duyuluyor. “İşinize gelmediği için ayrıldınız öyle mi?” diyen Selma hanım, tavrını sertleştiriyor. Faik’in anlattıkları, artık onun için önemli değil. Selma aceleci tavırlarla firmanın insan kaynakları sürecini anlatarak ayağa kalkıyor ve kapıya yöneliyor. “Biz sizi ararız” derken, gülümsemeyi ihmal etmiyor.

Selma mı işe uygun değil, yoksa Faik mi?

2- ) Müşteri hizmetlerine sorumlu aranırken görüşmeyi yapacak olan Ahmet bey, telefonla aranan adaylara saat belirtmez. “Sabah 8’den akşam 5’e kadar istediğiniz saatte gelebilirsiniz” der. Erkenden görüşme salonunda, bir başvuru izdihamı yaşanır.

İlk görüşmesini yarım saatte tamamlayan Ahmet bey, adaylardan Murat’ı yanına çağırır.

— Murat Yolkeser miydi?
— Murat Yolgezen olacaktı.

Pardon diyen Ahmet, yanlış CV’yi aldığını ancak okul bilgilerini okurken anlar. Doğru CV’yi bulması ardından, görüşme kaldığı yerden devam eder. Fakat Ahmet bey CV’yi daha önceden incelememiş. Yani Murat’ın görev için uygun olup olmadığına o an karar verecek. Murat konuşurken CV’yi incelen Ahmet, evet-hayır’lı yanıtlarla görüşmeyi kısa tutarak, pek soru sormaktan kaçınır. Çünkü CV’deki özelliklerin iş için yeterli olmadığına karar vermiştir. “Sizin bize sormak istediğiniz bir şey var mı Murat bey?”

Görüşme saati belirsizliği, CV’lerin incelememiş olması ve buna benzer birtakım amatörce işlemler, personel seçiminde başarıyı getirir mi? Mülakatların amacı, CV’deki özelliklerin geçerliliği ve kişinin psikolojik tavrını test etmek için değil midir?

Öngörüş, insan kaynaklarında çalışan işe alım uzmanlarının sahip olması gereken önemli bir özelliktir. Adayların bu işe ne kadar hazır olduğu, heyecanı ve arzusu, motivasyon derecesi ve güvenilirliği, muhtemel doğrulukta tahmin edilebilmelidir. Fakat testler uygulanmadan önce, uzmanın verimi, ön hazırlığı ve bakış açısı çok daha önemlidir.

Emre Türker

Not: Yukarıdaki mülakatlar, isim yapmış iki firmanın insan kaynaklarından derlemedir.
Picture: deviantart

24 Mart 2010

My Best Friends Wedding (1997)

Türkçe Adı: En iyi Arkadaşım Evleniyor
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: P.J. Hogan
Süre: 105 dakika
Oyuncular: Julia Roberts, Dermot Mulroney, Cameron Diaz, Rupert Everett, Philip Bosco, M. Emmet Walsh, Rachel Griffiths, Carrie Preston, Susan Sullivan, Christopher Masterson, Raci Alexander, Jennifer Garrett, Kelly Sheerin, Bree Turner, Cassie Creasy
28 yaşındaki Julianne Potter (Julia Roberts), eski flörtü Michael O'Neal’ın (Dermot Mulroney) telesekretere bıraktığı sesli mesajı dinlerken, mutlu günleri aklına gelir. Julianne, kendine güveni sayesinde normal anlamda kaybetme korkusunu yaşayan biri değildir. Michael’la ilişkisini arkadaş kalma teklifiyle sonlandırdıktan sonra, tekrar görüşmemişlerdir. Michael’ın “28 yaşına kadar evlenmemişsek, birbirimizle evleneceğiz” cümlesi, onun neden kendisine ulaşmak istediğini belli ediyor gibi görünse de, telefon görüşmesi sırasında şok olur. Çünkü Michael’ın arama sebebi tekrar bir araya gelmek değil, 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Kimberly Wallace’la (Cameron Diaz) hafta sonu evleneceğini haber vermektir. Artık Julianne’in yapacağı tek şey kalır, o da Michael’ı tekrar geri kazanmak…

Julia Roberts’ın çizgisini koruduğu, romantik ve hoşça vakit geçirten bir yapım. Cep telefonlarının yeni yaygınlaşmaya başladığı dönemde çekilmiş olması, Julia’nın ebatları büyük antenli telefonundan anlaşılıyor. Romantik-komedi severlere hitaben…

Emre Türker

Picture: impawards

23 Mart 2010

Külkedisi Görüntüsüyle Büyülüyor!

Külkedisi Sindrella masalını bilirsiniz. Üvey annesi ve üvey kardeşleri tarafından hor görülen Sindrella’nın yardımına peri annesi koşar. Balkabağını faytona, fareleri atlara ve kertenkeleyi de fayton şoförüne çevirerek onun emrine sunan peri anne, Sindrella’nın eski yırtık kıyafetlerini muhteşem bir kostüme dönüştürür. Fakat bilinmesi gereken en önemli şey, sihrin gece 12’de sona erecek olmasıdır. Sonuçta muhteşem gecede göz kamaştırarak gözleri üstüne toplayan ve erkenden balodan ayrılarak kaybolan Sindrella, prens tarafından mutlaka bulunacaktır…

Sindrella prensi güzelliğiyle mi büyüledi, yoksa gösterişiyle mi? Sorumuza uygun olarak düşünüldüğünde bu masal, Nasrettin Hoca’nın kürk hikâyesine benzer. Hocayı davette üstün gösteren kendisi değil, kıyafetidir.

Yıllar önce Bodrum’da, plaj kıyafetlerimizi değiştirmediğimiz için bir gece kulübüne alınmamıştık. Oysa yanımızda bir helikopter sahibi vardı ki, içeride eğlenen çoğu kişiden çok daha fazla para harcayabilecek, bahşişleri cömertçe saçan, sosyetik kavrama göre çok daha elit biriydi. Fakat bizi içeriye almamak için “dolu kardeşim” diyen şişme balonlara gülüp geçmekle yetindi.

İsveç’te bir fast-food pizzacı serisinin sahibi Okan abimiz, karnını doyurmak için Türkiye’deki gösterişli restoranlardan birine girmek ister. Kıyafetine beğenmedikleri için onu içeriye almazlar. Oysa Okan abimiz, istese restoranı bile satın alabilecek güçtedir.

Ne anlamda etkilemeye çalışıyor ve ne anlamda etkileniyoruz? Çok sevdiğim geleneksel bir söz vardır. “Paranın ve imanın kimde olduğu belli değil”dir. Bugün “ben insan sarrafıyım, bu adamda alıcı tipi yok” diyerek ilgilenmediğiniz kişi, yarın çalıştığınız dükkânın sahibi olabilir. Kimse bunun garantisini veremez. Kariyer ve paraya sahip, gücü özveriyle elde etmiş birçok kişi, parayı saçarak çevrede canlı tiyatro yapmaz. Parasını ve kariyerini dile dökenlerin çoğu, zaten yarardan çok zarar getirir.

Dışarıdan yansıyan yakamoz parıltıyı değil, içerideki ışığı görmeye çalışın. Çünkü o sizi daha fazla aydınlatacaktır.

Emre Türker

Picture: flickr

My Best Friend's Girl (2008)

Türkçe Adı: Arkadaşımın Aşkı
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Howard Deutch
Süre: 101 dakika (kesintisiz 112 dakika)
Oyuncular: Dane Cook, Kate Hudson, Alec Baldwin, Jason Biggs, Diora Baird, Lizzy Caplan, Riki Lindhome, Mini Anden, Hilary Pingle, Nate Torrence, Malcolm Barrett, Taran Killam, Faye Grant, Richard Snee, Amanda Brooks
İlişkiler yürümüyor ve kadın erkekten sıkılmaya başlamışsa, devreye Tank Turner (Dane Cook) girer. Çünkü o tam bir kadın uzmanıdır. Erkeklerin kız arkadaşlarını geri kazanmak için onu seçmelerinin nedeni, çevredeki diğer erkeklerin iğrenç olduklarına inanmalarını sağlamasıdır. Hiç şüphesiz ki, bunu iyi başarmaktadır.

Tank’ın ev arkadaşı Dustin (Jason Biggs), iş arkadaşı Alexis’e (Kate Hudson) aşık olur. Fakat Alexis’e göre bu ilişki, daha çok iyi arkadaşlık şeklinde gelişmektedir. Kız arkadaşını henüz başlama noktasında kaybetmekten korkan Dustin, tek seçenek olarak ev arkadaşı Tank’ı denemeye karar verir. Teklifi kabul eden Tank için ise durum çok farklı gelişmeye başlar. Çünkü Alexis’e uygulamaya başladığı tüm numaralar, ters tepecektir.

Romantikten çok komedi ağırlıklı filmde, argoya fazlaca yer verilmektedir. Ailece seyretmeye uygun olmasa da, eğlenceli olduğu şüphesiz...

Emre Türker

Picture: impawards

22 Mart 2010

Shutter Island (2010)

Türkçe Adı: Zindan Adası
Tür: Polisiye / Gizem / Dram / Gerilim
Yönetmen: Martin Scorsese
Süre: 138 dakika
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Mark Ruffalo, Ben Kingsley, Max von Sydow, Michelle Williams, Emily Mortimer, Patricia Clarkson, Jackie Earle Haley, Ted Levine, John Carroll Lynch, Elias Koteas, Robin Bartlett, Christopher Denham, Nellie Sciutto, Joseph Sikora
1954 yılı Boston Limanı adalarından biri olan Zindan Adası, suç işleyen tehlikeli psikiyatrik vakaların gözlendiği ve tutulduğu bir yerdi. Üç çocuğunu gölde boğarak öldüren Rachel Solando, çıkması zor görünen koğuşundan kaçmayı başarınca, onu bulmak üzere adaya dedektif Teddy Daniels (Leonardo DiCaprio) ve yardımcısı Chuck Aule (Mark Ruffalo) gönderilir. Dr. Cawley (Ben Kingsley), Zindan Adasında bulunan Ashecliffe adlı merkezin baş sorumlusu olduğundan, kendisinden habersiz hiçbir adım atılmasına izin verilmez. Bu nedenle iki dedektif, onun gözetiminde araştırmalarına devam etmek zorundadır. Fakat Teddy, özgür çalışmak ister. Çünkü onu adaya getiren yalnızca bir akıl hastası değil, geçmişinde yıkıma sebep olan ipuçlarıdır…

Ağır başlayan konu, gizemli olaylarla beraber heyecanını sonuna kadar koruyarak izleyiciyi bağlıyor. Polisiye havada geçen psikolojik bir yapım olan Shutter Island, gerilim severlerin beğenisini kazanacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

19 Mart 2010

Hayaller Masalsı, Masallar Gerçek Olsa…

Başkalarının hayalleriyle yolculuk etmeyin, kısa sürebilir.
Kendi hayallerinizle yolculuğa çıkın.

Birilerinin tavsiyeleri, kimi zaman kahve sohbetlerinde anlatılanlara benzer. “Sen şunu yapsan, aslında böyle olur” cümlelerini duyarsın. Sana yolculuk edebileceğin bir uçan balon verirler, fakat yangında kurtarılacaklar listesi vermezler. Balon patlarsa suçlu sen olursun, çünkü fikir verilmiş ama sen başaramamışsındır. Oysa kendi kurduğun hayaller böyle değildir. Yolculuk, hayatın boyunca devam edebilir. Bazı hayaller, bir ömre sığmaz. Sen gittikten sonra bile onlar yaşamaya devam ederler.

Hayal kuruyorsan vazgeçme. Fakat hayaller için de kendini köreltme.
Bazı şeyleri gerçekleştirmek için sabırlı olacaksın ama sıkıntılı olmayacaksın.
Sana sıkıntı veren şeyler, seni heyecanlandırmıyor demektir.
Öyle anlarda gittiğin yönü kontrol et, rotan şaşmış olabilir.

Para gider < - - - - > gelir
Aşk gider < - - - - > gelir
İş gider < - - - - > gelir
Fakat zaman gider - - - - >>> geri gelmez.

Öyleyse,
İnandığı yolda ışık görüyorsan, asla geri dönme…

Emre Türker

Picture: flickr

18 Mart 2010

Git-Gel’ler Yaşamak Dalgalar Gibi

Kapılar kapanmaya başladığı an, ışıksız kalma korkusu yer bitirir insanı. Arada bir gelip, kapılardaki kilitleri kontrol edersin. “Acaba?” dersin, “bugün kapılar açılır mı?”

Bir bağımlının kimyasal arayışındaki krizler gibi, zamanla kavrulan belirsizliğin huzursuzluğa dönüşür.

Ve bir gün kapılar açılıverir. Işığın etkisiyle gözünü kırpıştırırsın. Yüzündeki şaşkın tebessüm, git-geller yaşar dalgalar gibi. Şiirsel arzularla nağmeler mırıldanmak istersin ama sesin çıkmaz. Kapıların kapandığı anı hatırlamak istemezsin. Oysa onun, hayatında kalıcı bir yara izi olduğunu iyi bilirsin.

"Bir kapının kapanması, başka bir kapının açılacağına işarettir" derler. Oysa ölüm de bir kapı sayılır. Sonuçta nerden olursa olsun, bir yerden çıkarsın. Fakat kimse zamanda aynı kalamaz. Bir şeyler kararırken, bir şeyler aydınlığa çıkar. Ve sen bu filmde, ya seyirci olursun, ya da oyuncu…

Unutma!
Bedeninden farklı olarak, ruhun ve aklın hep özgürdür. Bu hiç değişmez…

Emre Türker

Picture: deviantart

16 Mart 2010

Karanlık Kafesten Gökyüzüne Doğru

Hapishane hayatının altıncı ayında Murat, düşüncelerini mırıldanıyordu.

— Hayatı, çocukken uçurtma uçurduğum köyümün bahçesinden göremiyorum. Deniz kenarında bir limanda, küçük kayıkların karaya yanaşmasını seyrederken, balık tuttuğumdaki mutluluğumu anımsayamıyorum. Mahallenin en güzel kızı Zehra’ya bakarken yanan ateşimi hissedemiyorum. Şimdi ancak uzaktan sevebiliyor, uçurtma yerine kâğıttan uçaklarla vakit geçirebiliyorum. Kendi kendimi dinlediğim zamanlar hiç bu kadar çoğalmamıştı. Biri benimle derinlerde konuşuyor ama sesini sadece bana duyuruyor. “Sen kimsin?” diyorum, “iç ses!” diye yanıt veriyor. Bazı zamanlar dibe çekerken, bazı zamanlar göklere çıkarıyor beni o esrarengiz ses.

Murat, ziyaret günleri sigarasını müzik eşliğinde tüttürürken, ziyaretçileri bir bir geliyor yanına. “Sen çok iyi bir insansın” diyorlar ona. “Eğer iyiysem, burada işim ne?” diyor Murat. “Kader” diyorlar, “kader böyle yazılmış.”

— Karanlık koridorlarda nefes alamıyorum. Duvarlar üstüme üstüme geliyor. Gözyaşlarım akarken “erkek adam ağlar mı lan Murat” diye kızıyorum kendime. Hatta kendimle dalga geçiyorum. “Modeli geçmiş bir motorsun sen olum Murat…”

— Sanki müebbet almış gibiyim. Ne farkı var ki? Sonuçta ne zaman çıkacağım henüz söylenmedi. Beklemem gerektiği söyleniyor. Görüşmeler sırasında, çok şüpheci bakıyorlar bana. Belki de paranoyaklığımın tedirgin halleri, onların hislerine yansıyordur. Sonuçta o kadar derinlerde kaybolmuşum ki, çıkışı her gördüğümde gözlerim buğulanıyor ve en başa geriye dönüyorum.

O an bir telefon geliyor. Murat, İkinci sesten sonra bilinmeyen bir numaraya “efendim!” diyor.

— Murat bey!
— Buyurun benim!
— Sizi XXY firmasından arıyoruz efendim, işe kabul edildiğinizi söylemek için aramıştım.

HÜRÜM ARTIK! diyerek bağırıyor Murat. “Allah kurtarsın” sözleriyle geride kalanlara sabır dilerken, bir sigara yakıp ışığa doğru yöneliyor.

Emre Türker

Picture: flickr

Serious Moonlight (2009)

Evlilik ilişkisini bitirmeye kararlı Ian (Timothy Hutton), eşi Louise’e (Meg Ryan) not bırakmak üzere eve gelir ve her yere gül yaprakları serper. Fakat o sırada Louise de eve dönmüştür. Gül yapraklarını kocasının aşk tazelemek üzere hazırladığını düşünecek, fakat yanılacaktır. Çünkü tüm romantik hazırlıklar, Ian’ın yeni sevgilisi Sara (Kristen Bell) içindir. Evliliğini sürdürmekte kararlı Louise ise, kocasını kaybetmemek için her yolu deneyecektir, onu zorla tutsak etmeyi bile…

Ayrılıkların neden meydana geldiği, tükenmek üzere olan ilişkilerin nasıl ayakta tutulabileceği gibi düşüncelere mizahi yönden bakılmış, psikolojik diyaloglar eşliğinde ilerleyen bir film. Konu sadece ev çerçevesinde çekildiğinden, tiyatro gösterisini çağrıştırmaktadır.

Emre Türker

Picture: impawards

15 Mart 2010

El secreto de sus ojos (2009)

Türkçe Adı: Gözlerindeki Sır
Uluslararası Adı: The Secret in Their Eyes
Tür: Polisiye / Dram / Gizem / Romantik
Yönetmen: Juan José Campanella
Süre: 127 dakika
Oyuncular: Ricardo Darín, Soledad Villamil, Pablo Rago, Javier Godino, Guillermo Francella, José Luis Gioia, Carla Quevedo, Bárbara Palladino, Rudy Romano, Mario Alarcón, Alejandro Abelenda, Sebastián Blanco, Mariano Argento, Juan José Ortíz, Kiko Cerone
Adliyede görevli Zabıt kâtibi Benjamin Esposito (Ricardo Darín) ve geceleri daima içen ayyaş hizmetli Pablo Sandoval’ın (Guillermo Francella) bulunduğu bölüme, müdür olarak Irene Menéndez Hastings (Soledad Villamil) atanır. Benjamin, evlilik hazırlığındaki nişanlı Irene’den fazlasıyla etkilenmiştir.

21 Haziran 1974 günü, henüz 23 yaşındaki Liliana (Carla Quevedo), tecavüze uğrayarak öldürülür. Evin yakınlarında çalışan şüpheli iki göçmen işçi tutuklanarak ceza evine gönderilse de, Benjamin itirafın zorla söyletilerek gerçekleştirildiğini öğrenir. Liliana’nın kocası Ricardo Morales (Pablo Rago), suçlunun ortaya çıkması için elinden gelen yardımı yapacaktır. Bunun üzerine Benjamin, ipuçları doğrultusunda ayyaş arkadaşı Pablo’yla beraber katili ortaya çıkarmak üzere hazırlıklara başlar. Üstelik hakim imzasıyla davanın kapanmış olması bile, onları durduramayacaktır.

Sakin bir tempoda başlayıp, devamında heyecanına izleyiciyi ortak ediyor. Polisiye yönünden koşuşturmalar sürerken, geri planda bir aşk canlanacak, tutku sonuna kadar korunacaktır. Eduardo Sacheri’nin romanından senaryoya dönüştürülmüş bu zekâ kokan polisiye yapım, gerçekten etkileyici…

Emre Türker

Picture: impawards

14 Mart 2010

Legion (2010)

Türkçe Adı: Kıyamet Melekleri
Tür: Aksiyon / Fantastik / Gerilim
Yönetmen: Scott Stewart
Süre: 100 dakika
Oyuncular: Paul Bettany, Lucas Black, Tyrese Gibson, Adrianne Palicki, Charles S. Dutton, Kevin Durand, Jon Tenney, Willa Holland, Kate Walsh, Dennis Quaid, Jeanette Miller, Cameron Harlow, Doug Jones, Josh Stamberg, Yancey Arias
Verilen emirleri uygulamak için Melek Michael (Paul Bettany), Aralık ayında Los Angeles şehrine iner. Görevi yaşamı sona erdirmektir. Fakat emirleri itaat etmeyerek insanların içine karışır.

Cennet Şelalesi adındaki bir yol üstü konağının sahibi Bob’un (Dennis Quaid) oğlu Jeep (Lucas Black), yanlarında çalışan garson kız Charlie (Adrianne Palicki) hakkında garip kâbuslar görmektedir. Her ne olursa olsun, onu koruması gerektiğini hisseder. Yine kâbusla dolu geçen gecenin ardından Cennet Şelalesinde gariplikler başlar. Televizyon yayını durur, telefon sinyalleri kesilir ve ufukta bir karalı oluşur. Vakit geldiğinde, yardım için Michael orada olacaktır…

İnançların görselleştirilmesi rahatsızlık verebilir. Sonuçta melek isimleri insan isimlerine benzetilerek varlıklar kişiselleştirilmiş. Mantığın durduğu, fantastik dünyanın başladığı bu çizgide, insanların inançlarını kaybederek kalplerinin katılaşmasından bahsediliyor. Film içeriğinde konaktaki açık TV’de oynayan It's a Wonderful Life filmi, 1946’da çekilmiş tema olarak benzer bir yapımdı.

Emre Türker

Picture: impawards

13 Mart 2010

Limon Desem Ağzın Sulanacak!

Klasik Koşullanma
Sürekli para yardımı alarak yaşayan biri durumunu kabullenirse, hayattan beklentisi gittikçe azalacaktır. Oysa çoğu insan, yardım talebini ruhen istemez. Çünkü acınası “yazık” ifadeleri, gururunu kırar. Çaresizlik, benliğini yavaşça kemirir ve sonunda zavallı olarak hayattan göç eder.

1900’lü yıllarda Rus fizyolog Ivan Pavlov, farklı türdeki yiyeceklere köpeğin farklı salya salgılamasını araştırırken, tesadüfen klasik koşullanmayı keşfeder. Zamanlama, ayak sesleri veya yemeğin geldiğini gösteren herhangi bir işaret, köpeğin yemeği görmeden salya salgılamasına neden olmaktadır. Yani köpek sadece yemeği gördüğünde değil, geldiğini gösteren belirtilerden de etkilenmektedir.

Afrika’da açlık varsa, bu sizi ne kadar etkiler? En fazla üzülürsünüz. Yardım talebi geldiğinde bağışta bulunabilir ya da endişeyle durumu izlersiniz. Sonrasında gündem değişince, hiçbir şey yokmuş gibi hayatınıza devam edersiniz. Ya Amerika’da açlık başlasa? Avrupa’da keşfedilemeyen bir salgın kitlesel ölümlere yol açsa? O zaman nasıl etkilenirdiniz? Ekonomik endişeye kapılır, tasarruf etmeye çalışır ve yarınlarınız için kaygılanırdınız, öyle değil mi?

Vahşi doğada ölmek üzereyken bilim adamları tarafından kurtarılarak bakılan kurtlar, sonradan tekrar tabiata bırakıldıklarında çaresiz kalır. Çünkü çare anlayışları değişen hayvanlar, kendi başlarına yiyecek aramak yerine beklemeyi seçmiştir. Bilim adamları bu sefer tabiattan aldıkları kurtları tabiata geri kazandırmak için yeniden çalışmalara başlar, hem de daha fazla uğraşarak... Dünyada birçok ülke, uluslararası yardım parası alıyor. Kendi başlarına bir şey yapamayacaklarını düşünüyor. Borç aldıklarında yarınlara umutlu bakıyor, verilenleri tükettiğinde yeniden para bekliyor. Doğru üretim, doğru ticaret, kaynak kullanımı ve tüketim, sadece yol göstericiler eşliğinde yapıldığından, dünya yol göstericilerinin kayıplarından doğal olarak endişe duyuluyor.

İnsan, ne olursa olsun önce kendini düşünür. Yani birine bir şeyler veriyorsa, genelde karşılığını beklediği içindir. Kendini dünyanın kurtarıcısı olarak gören ve üstünlük taslayanlar, eninde sonunda kendi çöküşlerine seyirci kalır. Hep aynı modeli örnek alarak pencereden bakan seyirciler de, bu çöküşün ardından paniğe kapılır.

İnsan, zekâ yapısı ve yeteneğiyle hayvanlardan ayrılır. Çal patlasın vur oynasınlar bir kenara bırakılarak, artık ciddiyet düşünülmelidir. Bu kuram, hem bireysel, hem de toplumsal yapıda geçerlidir. Eğer bir şeyler yapmak istiyorsan, plan yapacak, sonra karar verip uygulayacaksın. Dışarıdan gelen etkiler, bünyede sadece tavsiye amacı taşımalıdır. Çünkü aslı karar senindir.

Emre Türker

Picture: deviantart

Daybreakers (2010)

Türkçe Adı: Vampir İmparatorluğu
Tür: Aksiyon, Gerilim, Bilim-Kurgu, Dram
Yönetmen: Michael Spierig, Peter Spierig
Süre: 98 dakika
Oyuncular: Ethan Hawke, Sam Neill, Claudia Kavran, Mungo McKay, Emma Randall, Michael Dorman, Willem Dafoe, Isabel Lucas, Harriet Minto-Day, Jay Laga'aia, Damien Garvey, Sahaj Dumpleton, Allan Todd, Gabriella Di Labio, Ben Siemer, Peter Welman
Dünyadaki büyük salgının ardından, insanların büyük çoğunluğu vampirlere dönüşmüştür. Aradan 10 yıl sonra, vampirler ölümsüzlüğünü korurken insanlar tükenmeye başlar. Kan açlığı küresel krize neden olunca, yapay kan arayışına gidilir. Baş kanbilimci Edward Dalton’un (Ethan Hawke) araştırmaları olumlu ilerlese de, istenen sonuç elde edilemez. Çünkü insan kanı almayan vampirler hızla yaratığa dönüşerek sokaklarda terör estirmeye başlamıştır.

Edward, insanların besin maddesi olarak kullanılmasına karşıdır. Bir trafik kazası sırasında mücadeleci insanlarla tanışacak ve onların kaçmasına yardım edecektir. İnsanlar yardımın devamını talep edince, mücadeleci Audrey (Claudia Kavran) ve daha önceden vampir olup tesadüfen insana dönüşmüş Elvis lakaplı Lionel’la (Willem Dafoe) beraber, vakit kaybetmeden çalışmalara başlar. Onların arayışı yapay gıdalar değil, dönüşüm üzerine olacaktır.

Vampir görselliği ön plana alınarak, içeriğinde küresel krizin tehlikelerini barındıran, açlık, toplumsal kaos, huzursuzluk, azınlık ve mücadeleyle ilgili sosyolojik sorunlar üzerinde duran, farklı bakış üzerine hazırlanmış bir çalışma. Vampir oluşumlarındaki tüm rivayetler, film içeriğinde kullanılmaya çalışılmış. Dikkat, bu filmde sizi kan tutabilir!

Emre Türker

Picture: impawards

12 Mart 2010

Araştırma Nasıl Yapılır?

Herhangi bir kelime ya da konuyu öğrenmek için, belli bir arayış içine gireriz. İlk yapacağımız şey; sözlük karıştırmak, internette sorgulamak veya yakındaki birine soru sormak olacaktır. Kısa tanımların doyurmadığı durumlarda bilgiye karşı açılık çekeriz. Konu hakkında önceden bilgi sahibi olsak da; bütünü görmek, gezinmek, hissetmek ve dokunmak isteriz. İşte bu hissiyat, meraktır. Merak; kim sorusunun yanında, Ne-Nerede-Niçin-Nasıl ve Ne Zaman gibi soruları beraberinde getirir ki, buna kısaca 5N1K kuralı deriz.
Araştırma yapılırken uygulanan, standartlaşmış 4 kural vardır.
1- Konu ve problem belirlenir
2- Yöntemi ve teknik özellikler ortaya çıkarılır
3- Araştırma yapılacak yer ve kişiler seçilir.
4- Toplanan bilgiler yorumlanır ve yazılır.

Araştırmanın doğru yapılması, hem kişisel fayda sağlayacak, hem de çalışmalara olan güvenilirliği arttıracaktır. Tam bir çöplüğe dönüşen internet içeriğinde global ansiklopediler oluşturulma sebebi, güvensizliği hafifletilmek içindir. Fakat onların içinde bile doğru noktaya ulaşıldığını söylemek zordur. Konu hakkında hazırlanmış profesyonel yapıtlar incelenmeli, söylemler ve kişisel anlatımlar en fazla varsayım olarak görülmeli, hatta kimi zaman anket veya birebir görüşmelerle sonuca katkıda bulunulmalıdır.

“Görünüşe göre kısaların boyunu uzatıyorlarmış. Dört ayrı sitede okudum, arkadaşa sordum, o da duymuş. Hatta Obama bile öyle uzamış. Vereceğimiz paraya değer o zaman.”

Yukarıdaki örnekte olduğu gibi miş’li söylemler, değer yargısını oluşturmak için yeterli değildir. Kaynakların hangi siteden alındığı, görünüşte nereye bakıldığı, firmanın kim olduğu, ne zamandan beri çalışmaların uygulandığı ve niçin bu alanda çalışıldığına dair sorularınıza yanıt veremeyen bu tip anlatım, rivayetten öteye geçemeyecektir.

Araştırmalarda nicel (sayısal verilere dayalı) ve nitel (dıştan tanımlanan, ölçüm yapılamayan) yöntemler kullanılır. Tarihte bu iki araştırmanın hangisinin daha iyi olduğu tartışılmış, her iki yöntemin de beraber kullanıldığında en doğru sonucu verdiği belirlenmiştir.

Araştırma konusu bu kadar ciddiyken, derinliğinde emin olunmayan sularda boy ölçmeye kalkmak, kişiyi komik durumlara düşürebilir. Araştırma yaparken iddialı olmalı ama iddiaya tutuşmamalıyız. Çünkü bilinmeyen sonuçlar her zaman için olasıdır.

Emre Türker

Picture:1) deviantart 2) deviantart

10 Mart 2010

Old Dogs (2009)

Türkçe Adı: İki Babalık
Tür: Komedi / Aile
Yönetmen: Walt Becker
Süre: 88 dakika
Oyuncular: John Travolta, Robin Williams, Kelly Preston, Conner Rayburn, Ella Bleu Travolta, Lori Loughlin, Seth Gren, Bernie Mac, Matt Dillon, Ann-Margret, Rita Wilson, Amy Sedaris
Birlikte çalışan büyük işadamları Charlie (John Travolta) ve Dan (Robin Williams), aynı zamanda sıkı dosttur. Eşinden ayrılan Dan bunalıma girince, Charlie onu Miami’ye götürür. Orada hoş vakit geçirirken tanıştığı Vicki’ye (Kelly Preston) aşık olan Dan, diğer evliliği gibi yıldırım nikahı ardından 24 saat içinde ayrılır.

Japonlarla milyon dolarlık iş anlaşması eşiğindeyken Dan, eski eşi Vicki’yle yazışarak yeniden görüşme ayarlar. Fakat görüşme sonrası iki büyük şok yaşar. Çünkü kısa evlilik sonrasında Vicki hamile kalmış ve ikiz Zach (Conner Rayburn) ve Emily’i (Ella Bleu Travolta) dünyaya getirmiştir. Ayrıca çevreyi kirleten fabrikaya karşı yürüttüğü eylem nedeniyle 2 hafta hapis cezası alınca, çocukları Dan’a bırakmak zorunda kalacaktır. Bundan sonra Dan ve Charlie, bir yandan iş anlaşmalarını sağlamlaştırmaya çalışırken, diğer yandan hiç tecrübe edinmedikleri çocuklarla vakit geçirmenin ne demek olduğunu fazlasıyla öğreneceklerdir.

Eşi (Kelly Preston) ve kızıyla (Ella Bleu Travolta) aynı filmde yer alan John Travolta, Robin Williams’la eğlenceli bir komediye imza atmış. Ailece izleyebileceğiniz, kafanızı dağıtacak iyi bir alternatif olacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

09 Mart 2010

New York, I Love You (2009)

Türkçe Adı: Seni Seviyorum New York
Tür: Dram / Romantik
Yönetmen: Fatih Akın, Yvan Attal, Allen Hughes, Shunji Iwai, Wen Jiang, Joshua Marston, Mira Nair, Brett Ratner, Randall Balsmeyer, Shekhar Kapur, Natalie Portman
Süre: 103 dakika
Oyuncular: Bradley Cooper, Natalie Portman, Shia LaBeouf, Robin Wright Penn, Ethan Hawke, Orlando Bloom, Blake Lively, Hayden Christensen, Christina Ricci, Justin Bartha, Rachel Bilson, Anton Yelchin, John Hurt, Maggie Q, Chris Cooper, James Caan, Julie Christie, Andy Garcia, Drea de Matteo, Eli Wallach, Cloris Leachman, Eva Amurri, Olivia Thirlby, Jacinda Barrett, Qi Shu, Burt Young, Irrfan Khan, Taylor Geare, Uğur Yücel, Emilie Ohana, Ashley Klein, Sinsu Co, Jordann Beal, Cesar De León, Carlos Acosta, Eliezer Meyer, Amy Raudenbush, Jeff Chena, Gary Cherkassky, Juri Henley-Cohn, Richard Chang, Gurdeep Singh, Andy Karl, Kevin Cannon, Robert d Scott, Vedant Gokhale, Loukas Papas, Adam Moreno, Simon Dasher, Duane Nakia Cooper, Eddie D'vir, Adam S. Phillips, Brad Naprixas, Himad Beg, Aron Charach
Kısa filmlerden bir derleme olarak, New York şehrinde farklı mekân ve zamanlarda çekilen, ihtiras, tutku, heyecan, acı, mutluluk gibi içinde birçok kavramı barındıran aşkın gücünü, birleştirici özelliğini, yaşattıklarını ve umut edilenleri bize gösteren sanatsal bir çalışma. Paris, je t'aime (Paris, I Love You) filminin New York şehrine uyarlanmış hali. Kısa filmler içeriğinde, din, dil, ırk ve millet gibi farklılıkların, toplumsal ve kültürel yansımalarını görebilirsiniz. Bütünsel yaklaşımı benimseyen standart romantik kalıplardan uzak olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Emre Türker

Picture: impawards

Seni Seviyorum İfadesi Bayatladı

Müthiş kalp çarpıntıları ve cesaretle söylenen dokunaklı açıklamalarla başlayan ilişki, henüz çiçeği burnundadır. Erkek, kızın etrafında pervane olmaya başlar. Pervanelerden oldum olası nefret eden kız, geri çekilir. Hamleyi gören erkek karşı atağa geçer ve bu soğukluğa neden olan canavarlarla savaşacağı konusunda kıza yemin eder. Erkeğin çaresiz çırpınışları, kızı daha çok tedirgin etmiştir. “Bilmem ki bu ilişki doğru mu?” şeklindeki sempatik yalancılığın ardından, erkeğin gerginleşen bağlantıları nihayetinde büyük bir gürültüyle kopar.

“Seni seviyorum aşkım”

Kelimeler karşısında çatlamış duvarları yıkılan kız, iç sesiyle konuşacaktır.

Bu ne banalliktir. Hiç senin gibi güçlü birine yakışıyor mu bu yumuşak ifadeler? Aşk, cümleler arasında yer almayan hissiyatımdır. Sen kimsin ki bu kadar kısa sürede bana aşık olacaksın. Beni ileride koruyamazsın sen şişme görüntüdeki inmiş balon. Senden iğreniyorum ama şimdi nasıl açıklarım ben sana bunu? Dur bakalım, evet…

“Bir süre görüşmesek nasıl olur? Problem seninle alakalı değil, tamamen benimle ilgili, gerçekten…”

–HİKÂYE BİTTİ–

Aşkın sebep olduğu duygusal çalkalanmaların tanımlanması gerçekten zordur. Çünkü kişiye göre şekillenen hisler, toplumsal genellemeye uyum sağlayamayabilir. Toplumun genel ifadesine uyma anlayışı ise, sizi duygusal hissiyattan uzaklaştıracaktır. Seni seviyorum ifadesi bayatladı. Artık sadece klasik sevenlerde bir hatıra olarak kaldı. Filmlerde kullanılmasını istiyor ama uygulamaktan nefret ediyoruz. Belki de arayış, yeni bir alternatif cümledir. Aşk karmaşasında sevgiyi ifaden eden yeni bir kelime bulmacası, şimdilik çözümsüz...

Emre Türker

Picture: flickr

08 Mart 2010

The Fourth Kind (2009)

Türkçe Adı: 4. Tür
Tür: Korku / Gizem / Gerilim / Bilim-Kurgu
Yönetmen: Olatunde Osunsanmi
Süre: 98 dakika
Oyuncular: Milla Jovovich, Will Patton, Hakeem Kae-Kazim, Corey Johnson, Enzo Cilenti, Elias Koteas, Eric Loren, Mia McKenna-Bruce, Raphaël Coleman, Daphne Alexander; Alisha Seaton, Tyne Rafaeli, Pavel Stefanov, Kiera McMaster, Sarah Houghton, Julian Vergov, Yoan Karamfilov
2000 yılının Ekim’inde Alasko Nome şehrinde birtakım gariplikler yaşanır. Huzursuzluk ve hayaller nedeniyle tedavi görmek isteyen hastalar, bir baykuşun kendilerini izlediği konusunda hemfikirdirler. Psikolog Dr. Abbey (Abigail) Tyler, karmaşayı çözmek için hipnoz yöntemini dener. Fakat hipnozdan sonra hastaların kontrolden çıkması nedeniyle şerif August (Will Patton), Dr. Abbey’i suçlar. Oysa kocasının garip ölümü sonrası Abbey’in durumu da, hastalarından farklı değildir.

Amatör kamerayla birlikte ikili çekimlerle inandırıcılığını destekleme çalışması, oldukça başarılı görünüyor. Görüntüler sonrası tedirgin edici hisler yaşanabilir.

Emre Türker

Picture: impawards

07 Mart 2010

Ne Söylediğinin Farkında Mısın?

Kelimelerin Cümle İçindeki Bilinçsiz Dağılımı
Türkçe gibi çektikçe uzayan kaç dil var? Günlük hayatta konuşurken tedirgin olmamak elde değil. Mesela “çocuğunuz oğlan mı?” derseniz, hiç beklemediğiniz tepkiyle karşılaşabilirsiniz. Sözlükte oğlan; erkek çocuk, delikanlı, savaşta erkek tutsak, paralı asker gibi anlamlarda karşılık bulurken, tanımıyla hiç alakasız olarak argoya cinsel tercihlerle ilgili aşağılama ifadesi olarak girmiştir. Kendisine söylenen herhangi bir kelime nedeniyle hiddetin had safhasına ulaşmış kişi, kızgınlığına sebep olan kelimenin anlamını ne derece biliyor?

Bilgi doğuştan gelmeyen, zamanla sahip olduğumuz bir kavramdır. Kelimeleri ne kadar doğru öğrenirsek, o kadar iyi tanımlar ve doğru aktarırız. Toplumumuzda körü körüne inanmak yaygındır. Bu nedenle kulaktan duyma haberleri araştırmadan kabul edenlerin sayısı çok fazladır. Kulaktan kulağa oyunu (ilk kişinin düşündüklerini yanındakinin kulağına söylemesi ve bu söylemin en sondaki kişiye ulaşıncaya kadar devam etmesi), sözün aktarımında oluşabilecek problemi gösteren harika bir oyundur. Çünkü sözü dile getiren son kişi, genelde ilk söylenenleri aktarmada hata yapmaktadır. Oyun, sadece sözle hareket etmenin zararını çok iyi gösteriyor. Birçok önyargı ve özellikle hurafeler, böyle oluşmaktadır.

Unutamadığım bir anım vardır. Hastanede hijyeni sağlamak için yönetim, galoşu (ayakkabı tabanındaki mikrobun bulaşmasını engellemek için şeffaf korumalık) mecbur tutmuştu. Tıbbi Mümessil bir arkadaş, yanında erkek kardeşini getirmişti. Kapıdan hızla girdiklerinde gören görevli memur, arkalarından “Galoş giyin galoş!” diye bağırdı. Çocuk geriye dönüp memurun yakasına yapıştı. “Sen kime godoş diyon lan?” Galoş kelimesini hiç duymayan çocuk, lafı kendine göre yorumlamıştı. Demek ki, kızdığımız çoğu şeye neden kızdığımızın farkında bile değiliz.

Bulmaca çözmek, kelime öğrenme açısından harika bir alıştırmadır. İnternet ortamında kelime arama motorları, her ne kadar yazım yanlışlarını düzeltmek için “bunu mu demek istediğiniz?” kolaylığı sağlasa da, anlam karmaşası içinde çoğunu ayrıştırmada yetersiz kalıyor. Özellikle bilimsel araştırmalarda değişken kişisel sayfalar, yanlış tanımlarda başı çekiyor. Sözler kadar yanlış tanımlar da sizi hataya zorlayacaktır. Bilmediğiniz konularda yorum yapmaktansa anlamını sorgulamak, sizin açınızdan daha olumlu sonuçlanacaktır.

Küçük bir deneme: Herhangi bir cümleyi ele alarak, içindeki her bir kelimenin anlamını aklınızda sorgulayın. Örneğin “Pozitivist düşünceye sahip Auguste Comte, sosyolojiyi, toplumsal statiğin ve toplumsal dinamiğin yasalarını keşfedip analiz eden bilim olarak tanımlamıştır.” cümlesindeki kelimelerin, kaç tanesini doğru tanıyorsunuz? Bu veya başka cümledeki kelimeleri sözlükten araştırarak, tanımlara ne derece yaklaştığınızı sorgulayın. Fırsat buldukça sözlük karıştırmakta fayda var.

Teknoloji ilerledikçe, dilin yapısal değişimindeki artış kaçınılmaz olacaktır. Bu nedenle her sözü yadırgamak doğru değil. Doğru bildikleriniz de hatalı olabilir. Eleştirel yaklaşın ama yıkıcı değil, yapıcı olun. Hz. Ali’nin “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” sözünü hatırlayacak olursak, öğrenmenin önemini ve değerini daha iyi anlayabiliriz.

Emre Türker

Picture: flickr

New Moon (2009)

Türkçe Adı _ Alacakaranlık Efsanesi: Yeni Ay
Tür: Fantastik / Romantik / Gerilim
Yönetmen: Chris Weitz
Süre: 130 dakika
Oyuncular: Kristen Stewart, Taylor Lautner, Robert Pattinson, Billy Burke, Ashley Grene, Anna Kendrick, Christian Serratos, Michael Welch, Justin Chon, Christina Jastrzembska, Jackson Rathbone, Russell Roberts, Michael Sheen, Jamie Campbell Bower, Christopher Heyerdahl, Peter Facinelli
Doktor Carlisle Cullen’in (Peter Facinelli) 10 yıldır yaşlanmaması Forks halkının ilgisini çekmeye başlayınca, Cullen’ler kasabadan ayrılmaya karar verir. Zamanla aralarında bedensel fark oluşacağı düşüncesi Bella’yı (Kristen Stewart) tedirgin ettiğinden, Edward’ın (Robert Pattinson) kendisini vampir olarak dönüştürmesini bekler. Fakat kasabadan ayrılacak olan Edward bu değişimi onaylamadığından, tekrar görüşmemek üzere vedalaşarak kasabadan ayrılır. Uzun süre ayrılık bunalımından çıkamayan Bella, Jacob’ın (Taylor Lautner) yanında moral bulmaya çalışır. Başlangıçta her şey iyi görünürken Jacob’un Bella’ya karşı sıcak duyguları, arkadaşlığın aynı çizgide gitmesini engeller. Oysa Bella Edward’ı unutamadığı gibi onun kendisini koruduğu hissettiğinden, başka bir ilişki düşünmemektedir.

Kasabada vahşi hayvan saldırıları nedeniyle ölü sayısının artması, halkın tedirginliğini artırır. Korucular, katil hayvan arayışına çıkar. Fakat ortada hayvandan çok daha ötesi vardır.

Twiligh’in devamı olan seride, olaylar oldukça durağan geçiyor. İlk filmdeki beklentiyi karşılayamamıştır.

Emre Türker

Picture: impawards

05 Mart 2010

Aşırı Doz İnternet

Düşünce damarlarına saplanmış bir bağımlılıktan kaçış planı
Twitter tarzında kaleme alınmış bir hayat pasajı
— Sabah işe gitmeliyim. Çayı koymadan önce, şu maillerimi bir kontrol edeyim. Eveeet… Mail gelmemiş.
— Kahvaltı tamam. Mailleri refresh yapalım. Yok bir şey.
— Üstümü giydim. Maillere baktım yine bir şey yok. Fakat yazdığım yazıya yorum gelmiş. Yorumlar tedirgin edici. Bu arada ben ne mailini bekliyordum ki? Hadi kaçtım.
— Not: Evden çıkıyorum, yine de ben gelinceye kadar kaç mail gelecek, merak ediyorum…

Bu paranoyayı kaç kişi yaşıyor? Sanal topluluklar arasında kalmış bir yalnızın çaresizliğinde kimler rol alıyor? Kelimelerine vurulduğunuz adam, hayallerinizdeki kadar yakışıklı mı? Yazıştığın kadın, temsili resmindeki kadar çılgın, ifade ettiği kadar seksi mi? Peki sanal sitelerinde döktürdüğün yazılardaki kadar popüler olmayı hayatında ne kadar başarabiliyorsun?

Somutlaştırılmış kuklaların perde arkasında sanal kontrolle hareket etmek üzerine bilim-kurgular üretilmeye başladı. Yakında bunların gerçekleşmeyeceğinin garantisini kim verebilir?

Aşırı Doz İnternetin Belirtileri:
@ Yolda yürürken, gözünün önünden ekran sayfaları geçiyorsa
@ Evdeki ortamdan kaçıp bilgisayara sığınmalar başlamışsa
@ Somut paylaşımların yerini soyut paylaşımlar almışsa
@ “Beni odama kapatın, bir tek bilgisayar yeter” sözü gayet normalse
@ Gerçek olmayan şeylere duygusal hissiyatta artış görülüyorsa
@ Sağlık sorunlarında artış gözleniyorsa (bel ağrısı, göz ağrısı, stres, uykusuzluk, huzursuzluk vs)
@ Klavyeyi konuşturmada sorun yokken, sohbet sırasında kelimeler zor geliyorsa


Artık Hayata Dön!
Kitaplarını gözden geçir. En huzur verici olanları seçerek okumaya başlayabilirsin.
* Konferans, tiyatro veya uzun yürüyüşler, çevreni görmeni sağlar
* Arada bir kendinle baş başa kalmakta fayda var. Düşünmek ve düşünmemek için…
* Yalnız kaldığında bulmaca çözebilir, toplulukla beraber kutu oyunlarını (dama, satranç, tabu…) tercih edebilirsin.
* Sanal bağlantılarınıza sınırlama getirin. En azından ne yapacağınızı ve ne kadar vakit geçireceğinizi baştan planlayın.
* Günlük gazetelerin resimlerine bakmak yerine, araştırma yazılarını ve haberlerini okumaya özen gösterin.
* Dolaşırken yere bakmak yerine, çevreyi gözleyin. Görmediklerinizi görmeye, değişmeleri yakalamaya ve duyguları hissetmeye çalışın.
* Konsantrasyon üzerinde çalışarak, dağılma sürelerini kısaltın.

İnternet vazgeçilmezin haline dönüşmeye başlamışsa, belki farkında değilsin ama ciddi bir problemle karşı karşıyasın. İnternet mükemmel bir icat, fakat kullanmasını bilirsek. Kullanmasını bilirsen yol kısalır, kullanmasını bilmezsen gideceğin yere zor varırsın.

Emre Türker

Picture: flickr

04 Mart 2010

Silüet


Nereye gidersen git daima seninle…

Güneşe doğru yönelirken peşinde
Karanlığı izlerken önünde
Tüm paranoyaların karanlık temsilcisi

O bir gerçek.
Bazen devleşen,
Bazen korkutan,
Bazen güldüren,
Bazen eğlendiren,
Ama daima seni izleyen
Öteki yüzün
GÖLGEN…

Emre Türker

03 Mart 2010

Precious: Based on the Novel Push by Sapphire (2009)

Türkçe Adı: Acı Bir Hayat Öyküsü
Tür: Dram
Yönetmen: Lee Daniels
Süre: 110 dakika
Oyuncular: Gabourey Sidibe, Mo'Nique, Paula Patton, Mariah Carey, Sherri Shepherd, Lenny Kravitz, Stephanie Andujar, Chyna Layne, Amina Robinson, Xosha Roquemore, Angelic Zambrana, Aunt Dot, Nealla Gordon, Grace Hightower
Amerika’da çoğunluğun Afrikalılardan oluştuğu, suç oranı yüksek Harlem’de yaşayan Claireece "Değerli" Jones (Gabourey Sidibe), sorunlu bir öğrencidir. Fakat onun sorunu düzeni bozmak değil, düzenin kurbanı olmaktır. Hayatı boyunca bir gün bile mutluğu yaşayamamış Claireece, 16 yaşına göre aşırı kilolu ve hantal biridir. Babasının tecavüzleri nedeniyle ikinci çocuğuna hamile kalınca, okul yönetimi tarafından okuldan uzaklaştırılır.

Okul Müdürü bayan Lichtenstein (Nealla Gordon), Claireece’in derslerindeki çabasını öğrenince, “Herkes Birisine Öğretsin” adlı alternatif bir okulla görüşerek, dışarıdan diploma alabilmesi için yardım etmeye çalışır. Fakat annesi Mary (Mo'Nique) sosyal yardımların kesileceği gerekçesiyle okula gitmesini istemez. Çünkü görevli bayan Weiss (Mariah Carey), onları ciddi şekilde gözlemlemektedir.

Okula gitmek isteyen Claireece, annesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen “Herkes Birisine Öğretsin” alternatif okuluna katılacak ve hayatında ilk defa kendisine değer verildiğini hissedecektir. Daha doğrusu, ilk defa lakabına uygun “değerli” olduğunu…

Ensest ilişkileri konu alan film, birçok kesimi rahatsız edecektir. Fakat toplumsal gerçekler ve sorunun ciddiyeti düşünülünce, yaranın ne derece ağır ve önemli olduğunu görebilirsiniz. Sorunlardan kaçmak değil, sorunu kabul ederek önlem almak, kişileri dışlamak yerine sahip çıkmak, eleştirel değil sıcak yaklaşmak, belki de sorunların daha fazla büyümesini engelleyecektir. Filmde izleyiciye verilmek istenen de budur. Yürek burkan, mükemmel bir hikâye.

Emre Türker

Picture: impawards

02 Mart 2010

Büşra (2010)

Tür: Dram / Komedi / Romantik
Yönetmen: Alper Çağlar
Süre: 105 dakika
Oyuncular: Tayanç Ayaydın, Mine Kılıç, Coşku Cem Akaya, Ayşe Çiğdem Batur, Kaan Urgancıoğlu, Alpay Özdoğancı, Enise Ütük, Gülay Deniz, Mutlu Güney, Nesime Alış, Hüseyin Özay
Üniversiteden başarıyla mezun olan Büşra’nın (Mine Kılıç) hayali, gazeteci olmaktır. Tarafsız düşünceyle başvurduğu aydın bir gazetenin editöründen olumsuz yanıt alsa da, orada gazeteci yazar Yaman’la (Tayanç Aydın) tanışma fırsatı bulur. Ailesi tarafından kendilerine yakın gördükleri Ferit’le (Coşku Cem Akaya) evlendirilme hazırlıkları sırasında Büşra, üniversiteden arkadaşı Selen’le (Enise Ütük) bir tv programına izleyici olarak katılır. Programın gidişatını doğru karşılamayan konuk Yaman, tepkisini göstererek salondan ayrılır. Yaman’ın düşüncelerini takdir eden Büşra, desteğini göstermek için onun peşinden gider. Böyle başlayacakları fikir alışverişi, farklı görünen duyguların perde arkasında ne kadar benzerlikler olduğunu gösterecektir.

2007 Leman Dergisinde yayınlanan Bahadır Boysal’ın çizgi karakteri Büşra’nın taslakları, 2008’de senaryo haline getirilmiş. Yaklaşık 40 farklı mekânda 5 hafta 5 gün süren filmde, modern hayatın hoşgörüsüzlüğü üzerinde duruluyor. Önyargılara karşı mizahi bakış açısıyla izleyiciye sunulan Büşra, hoşgörünün azaldığı ve toplumun yalnızlaştığı ortamı, tatlı sert eleştiriyle iyi biçimde sergilemeyi başarıyor. Kesinlikle başarılı bir yapım.

Emre Türker
Fragman/Referans: Akare Film