26 Nisan 2010

Güzellerden Hayalbemol’e Özel Pozlar

Uzakta, fakat bir o kadar da yakınımdaki şehirlerarası yolculukta, İstanbul Taksim meydanında buldum kendimi. Çiçeklerin arasında birilerinin gidiş gelişlerini seyrettim yakından. Çiçekler kapış kapış kapışılırken, iki yabancı yaklaştı yanıma. Biri papatya kopardı dalından. Diğeri sümbülleri kokladı. Kameralara, fotoğraflara ve onların getirdiği odaklanmış beyaz ışıklara fazlasıyla alışıktılar. Bunu fark etmemek ne mümkün!

Gitmeden önce, hayalbemol’e özel pozlar verdiler.

İşte o pozlar…

Her Mevsim Bir Çiçektir Bayındır

Pers İmparatorluğuna Kadar Uzanan Geçmiş

Bayındır’ın tam olarak ne zaman kurulduğuyla ilgili net bulgular elde edilememiştir. Fakat kalıntılar ve dilden dile gelen anlatımlar, seyahatname ve tarihi eserlerden elde edilen bulgular, en azından Bayındır’ın tarihi geçmişi hakkında meraklılarını doyuracak niteliktedir. Pers İmparatorluğu’nun Efes'den Persepolis'e kadar uzanan ve ulaşımı kolaylaştırmak üzere düzenlenmiş Kral Yolu üzerinde bulunan Bayındır; M.Ö. 2000’lerde Hititler, 700’lerde Frigya ve Lidyalılar gibi birçok medeniyetin yerleşim bölgelerinden biri olmuştur. M.S. 300-400 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun himayesindeyken, imparatorluğun parçalanma belirtileriyle beraber 1084’de Selçuklular’a bırakılmıştır. Adını, 24 Oğuz Boyu’nun Üçok Kolu’na bağlı Bayındır Tümken Boyu’ndan aldığı biliniyor. O dönemlerde Oğuzlar, yerleştikleri bölgelere kendi boy adlarını koyarlarmış. Türkiye’deki Bayındır adında birçok yerleşim bölgesinin olması, bu yüzdendir. Bulunduklara yerlere boylarının adlarını vermeleri, aşiretlerin kaybolup dağılmaması sebebiyle olduğu düşünülmektedir.

24 Nisan 2010

Gitmek Zorunda Kaldın Mı Hiç?

Ufuklar hep tatlı gelir uzaktan…
Çantanı alıp hiç bilmediğin yerlere doğru ilerlerken, birileri senin rotanı çiziyor. Göklere çıkarak başlayacak yolculuğunuzun giriş bölümü, bir uçakta bulunan herhangi sıradan birinin, karşılama komitesi tarafından değerli görülmeye çalışılma hikâyesidir. Çünkü sizi karşılayan hosteslerin gülen yüzleri, yapmak zorunda oldukları işin bir parçasıdır. Yoksa sizi bir yıldız havasında kırmızı halıda karşılıyor olmalarının, karizmanızla uzaktan yakından bir alakası yoktur.

Tatil havasında çıktığınız bu yol beklentisi yüksek tutulursa eğer, bir kâbusa dönüşebilir. Hele ki geride bıraktıklarınızla bir bütün olmuşsanız, gelecekteki durumun karmaşasına değil, geriye dönüşlere takılırsınız. Günleri saymaya başlamışsanız eğer, o günler hiç bitmez. Hayat da öyle değil mi ki! Hiç bitmezmiş gibi düşlerde yaşarken, bir de bakıyorsunuz ki, ne kadar da çabuk geçivermiş yaşam...

Uzak bir şehre gittiğinizde şehir sizi karşılar ama siz, o kentte bir yabancı oluverirsiniz. Ne zamanki bir çiçeğin toprağı kabullenip açması gibi tutunursunuz hayata, işte o zaman orası korumanız gereken bölgeniz oluverir. Ya solana kadar orada kalırsınız, ya da sökülmüş bir kök olarak, yeniden tutunacak topraklar bulmak üzere ufuklara açılırsınız. El sallayanlar arkanızdan hayranlıkla iç geçirir ama ufuklar hep tatlı gelir uzaktan…

Emre Türker

23 Nisan 2010

Eskici Dede Türbesi

“Ben Kılıyom Evladım Namazımı”
Eskici Dede Türbesi, İzmir'in Bayındır ilçe merkezinde yer alan ve söylentileri herkes tarafından bilinen bir türbe. Anlatılanlara göre mezarlığın yeri ne değiştirilebilmiş, ne de kaldırılabilmiş. Yıkmaya çalışanlar olsa da, başarılı olamamışlar. Bu yüzden, halkın gözünde Eskici Dede’nin yeri çok büyüktür.

15.inci yüzyılda yaşamış Eskici dedenin hikâyesi ise şöyle: Eskici dede, Allah aşkıyla yanan ve eskicilik yaparak geçimini sağlayan bir evliyadır. Evinde sürekli Kur’an okur ve dua edermiş. Hatta dualarının kabul olduğu bilindiğinden, her türlü felaket anında çevre halkı başına toplanırmış. Fakat çevre halkının tek bir anlam veremediği bir şey varmış, o da Eskici Dede’nin camiye namaz kılmaya gelmemesi… Bunun üzerine o dönemin komutanı, askerini dedenin evine göndermiş. Eskici Dede kendisini camiye çağıran askere, “Ben kılıyom evladım namazımı” diyerek geri yollamış. Fakat şikâyetlerin çoğalması üzerine komutan, Eskici Dede’nin zorla camiye getirilmesini emretmiş. Görevli asker tekrar evliyanın yanına gidince, “Evladım ver bakayım elini” diyerek Eskici Dede askerin elini tutmuş. O an asker bir de ne görsün, Mekke’deler! Asker anlamış ki, Eskici Dede camiye gelmiyor ama namazlarını hep Kâbe’de kılıyor. Eskici Dede, “Bu sır aramızda kalsın, kimseye söyleme” diyerek, askere sıkı sıkı tembihlerde bulunmuş. Fakat asker geri döndüğünde komutanın ısrarlarına dayanamayarak “Bildiğiniz gibi değil komutanım, Eskici Dede her vakit namazlarını Kâbe’de kılıyor. Hatta ben buna bizzat şahit oldum” demiş ama der demez de ruhunu teslim etmiş. Tabi aynı zamanda Eskici Dede de hakkı rahmetine kavuşmuş. Her ikisi beraber, bugün türbenin bulunduğu yerde yan yana gömülüdür.

Emre Türker

Kaynakça: Mehmet Serhan Tayşi (Mart 2009); Ali Emiri'nin İzinde - Timaş Yayınları,
Bayındır Kaymakamlığı (Nisan 2003); Tarihi, Turizmi ve Köyleriyle BAYINDIR,
Bayındır esnafı ve Bayındır halkından dinlediklerimden derlemedir.

22 Nisan 2010

Nathalie Cardone Türkiye’yi Sevdi

Nathalie Cardone, 13. Uluslararası Bayındır Çiçek Festivali’nin özel konuğu olarak, çiçeğin kenti Bayındır’a geliyor…
Nathalie Cardone, 30 Nisan - 2 Mayıs tarihleri arasında 13.’sü düzenlenecek olan Uluslararası Bayındır Çiçek Festivali’nde, etkinliklerin özel konuğu olarak yerini alacak. 29 Nisan 2010 Perşembe günü İstanbul’a gelecek olan Fransız sinema oyuncusu ve şarkıcı Nathalie Cardone, 30 Nisan Cuma günü Uluslararası Bayındır Çiçek Festivali’nin açılışında bulunacak. İki gün boyunca stantları dolaşarak üreticilerle ve ziyaretçilerle bir araya gelecek ünlü sanatçı, bilinen sempatik tavırlarıyla da etkinliklerin renkli ismi olacak. 1 Mayıs Cumartesi akşamı Bayındır Çiçek Festivali’nin konser alanında dinleyicileriyle buluşacak olan Nathalie Cardone, halkın kalbinde yer edecek.

Geçen sene yine Nisan ayında, sanatçı Hasan Yıldırım'ın daveti üzerine "İstanbul'dan Avrupa'ya Merhaba" adlı bir proje kapsamında Türkiye’ye gelen Nathalie Cardone, Türkiye’yi çok sevdiğini söylemiş, AB katılım yolunda ülkemizi desteklemiş ve barış mesajlarıyla Dünyaya seslenmişti.

Nathalie Cardone Kimdir?



Nathalie Cardone, 29 Mart 1967’de Fransa Preneler bölgesi Pau kentinde doğdu. Fransız şarkıcı ve sinema oyuncusu olan Nathalie Cardone, fakir bir çocukluk hayatı geçirmiştir.

20 yaşına geldiğinde Paris’e giden sanatçı, ünlü starlar Gerard Depardieu ve Catherine Deneuve ile birlikte film çevirmek için 400 aday arasından birinci seçilince, hayatı değişir. Hemen ardından 'Küçük Hırsız', 'Tepelerin Kızı' adlı filmlerle adından söz ettirir. Yaşadığı hayattan aradığı mutluluğu bulamayınca, dünyayı dolaşmaya karar verir.

Cardone, maddi ve manevi çöküş aşamasındayken, Kübalı sanatçı Carlos Puebla'nın, 1965'te Ernesto Che Guevara'nın veda mektubundan sonra yazdığı "Hasta Siempre" (Sonsuza Kadar) şarkısını yeniden yorumlayarak, eski popüler kimliğini yeniden kazanır ve büyük çıkış yakalar. Sanatçının popüler şarkıları arasında “Ya Soy Rebelde" ve "Le Temps Des Fleurs" adlı parçalar örnek olarak gösterilebilir.

Uluslararası Bayındır Çiçek Festivali

Bu yıl 13.’sü düzenlenecek olan Bayındır Çiçek Festivali’nin hazırlıkları, tüm hızıyla devam ediyor. Festival, 30 Nisan - 2 Mayıs tarihleri arasında, Bayındır’ın çiçek kokulu sokaklarında gerçekleştirilecek…

Osmanlı’dan beri çiçeklerle özdeşleşmiş Bayındır, geleneksel çiçek festivalini bu yıl uluslararası boyuta taşıyor. Yerli ve yabancı birçok sanatçı, sinema ve edebiyatçının etkinliklere olan ilgisi, festivali renklendirecektir. Belediyeler, sivil toplum kuruluşları ve iştiraklerinin de desteğiyle, festivalin ses getirmesi bekleniyor.

Firma, kurum ve kuruluşlar, her sene olduğu gibi ürünlerini sergileyerek satış imkânı bulabilecektir. Bununla birlikte festivalin uluslararası boyuta taşınması, tarihi yapısıyla da dikkat çeken Bayındır'ın tanıtımı açısından büyük bir fırsat olacaktır. Ayrıca yurdumuzun birçok bölgesinden festivale katılacak olan belediyelerin bölgesel ve kültürel etkinliklerini tanıtması, ziyaretçilerin zihninde etkin kareler bırakacaktır.

Furunlu’da Terkedilmiş Bir Diyar

İzmir istikametinden Bayındır'a geliş yönünde ve Bayındır şehir merkezine 8 km uzaklıktaki Eskifırınlı (Furunlu), terkedilmiş bir mekânla ziyaretçilerini karşılıyor. İlk yaşanan şaşkınlık, korku filmlerinin gergin havasını aratmayacak nitelikte. Bir fon müziği eksik kalmış bu esrarengizlikte. Bu gerilimi yaşamak için, ya gün batarken, ya da gün doğarken orada olacaksınız. Fakat biraz zaman geçtiğinde terkedilmiş mekandaki esrarengiz evler, sizi büyülü dünyasının içine çekecek. Aralarında dolaşmaya başladığınızda, bitmemiş bir filmin başrolünde oynayan stardan, büyülenmiş bir kahramana dönüşeceksiniz. Az sonra canavarlarla boğuşacak ve bu sisli ortamı büyüsünden kurtaracaksınız. İşin şaka yanı bir tarafa, burası oldukça etkiledi beni. Meraklılarına duyurulur.

Emre Türker

15 Nisan 2010

World's Greatest Dad (2009)

Tür: Komedi / Dram
Yönetmen: Bobcat Goldthwait
Süre: 99 dakika
Oyuncular: Robin Williams, Daryl Sabara, Morgan Murphy, Naomi Glick, Dan Spencer, Geoff Pierson, Henry Simmons, Zach Sanchez, Alexie Gilmore, Evan Martin, Ellie Jameson, Michael Thomas Moore, Alles Mist, Jermaine Williams, Lorraine Nicholson
Öğretmen Lance Clayton (Robin Williams), düşük zekâlı ve sapıkça fikirlere sahip oğlu Kyle’la (Daryl Sabara) birlikte yaşar. Oğlunun dengesizlikleriyle beraber, okuldaki sorunlarla da uğraşmak zorundadır. Çünkü seçmeli şiir dersine ilgi az olduğundan, işine son verilmesi gündeme gelmiştir. Ayrıca şimdiye kadar yazdığı 5 romandan hiçbiri, yayınlanmaya değer bulunmamıştır. Okulda genç ve güzel sanat öğretmeni Claire’le (Alexie Gilmore) yaşadığı gizli aşk, onu ayakta tutan tek moral kaynağı gibi görünse de, Claire’in genç öğretmen Mike’la (Henry Simmons) yakınlığı dikkatlerden kaçmamaktadır.

Garip mastürbasyonları nedeniyle Kyle’ı evde ölü bulan Lance, kendini çabuk toparlayıp, oğlunun ölüm sebebini makul bir nedene dönüştürmek için hazırlıklara başlar. Onun adına bir intihar notu hazırlar ve notun içine kendi duygularını katar. Bu not, ölen Kyle hakkında tüm fikirleri altüst etmiştir. Çünkü herkes onun fark edilmemiş parlak bir zekâya sahip olduğunu düşünmeye başlamıştır. Popülerliğin etkisi büyüdükçe, Lance’e olan ilgi de doğru orantılı olarak artar. Fırsatı değerlendiren Lance, edebiyatına oğlunu kullanarak devam edecektir. Ortalıktaki garipliği sezen tek kişiyse, Kyle’in arkadaşı Andrew (Evan Martin) olacaktır.

Kalabalık bir ortamda yapayalnız kalmakla ilgili dramatik durumu, yalnızlığa sebep veren çevrenin içinde arayan film, mizahi yönden doyurucu, fakat içeriğindeki argo nedeniyle rahatsız edici bulunabilir.

Emre Türker

Picture: impawards

14 Nisan 2010

Case 39 (2009)

Türkçe Adı: 39. Dosya
Tür: Gerilim / Korku
Yönetmen: Christian Alvart
Süre: 109 dakika
Oyuncular: Renée Zellweger, Jodelle Ferland, Ian McShane, Kerry O'Malley, Callum Keith Rennie, Bradley Cooper, Adrian Lester, Georgia Craig, Cynthia Stevenson, Tiffany Lyndall-Knight, Cindy Sungu, Philip Cabrita, J. Winston Carroll, Mary Black, Domenico D'Ambrosio
Sosyal Hizmetlerde çalışan Emily Jenkins (Renée Zellweger), okulda tedirgin davranışlar sergileyen ve uykusuzluk problemi yaşayan Lillith Sullivan’ın (Jodelle Ferland) ailesini ziyaret eder. Ailenin soğuk ve gergin tavırları dikkat çekince, Emily problem üzerine fazlaca düşmeye başlar. Özel görüşmeleri sırasında Lillith, ailesinin kendisini cehenneme göndermek istediğiyle ilgili bir şeylerden bahsetmiştir.

Gece ansızın gelen yardım telefonuyla yola çıkan Emily, ailesi tarafından fırında yakılmak istenen Lillith’i, dedektif Mike Barron’un (Ian McShane) yardımıyla son anda kurtarır. Ailesi akıl hastanesine gönderilirken, Lillith çocuk yurdunda koruma altına alınır. Fakat Lillith, Emily’le yaşamak isteyecek ve ısrarları sayesinde bu istediğine kavuşacaktır. Çünkü yetkili kurum, uygun bir aile bulununcaya kadar çocuğa Emily’nin bakmasına izin verir. Başlarda her şey normal görünse de, yakın çevrede gelişen olağan dışı ölüm haberleri, dikkatleri Lillith’nin üzerine çekmeye başlayacaktır.

Romantik komedilerle özdeşleşmiş Renée Zellweger, farklı bir yapıyla kamera karşına geçmiş. Çocuk oyuncu Jodelle Ferland, karakterini başarıyla canlandırıyor. Gerilim arayanlar için mükemmel bir alternatif olabilir.

Emre Türker

Picture: impawards

13 Nisan 2010

G.I. Joe: The Rise of Cobra (2009)

Türkçe Adı: G.I. Joe Kobra'nın Yükselişi
Tür: Aksiyon / Macera / Bilim-Kurgu / Gerilim
Yönetmen: Stephen Sommers
Süre: 118 dakika
Oyuncular: Adewale Akinnuoye-Agbaje, Christopher Eccleston, Joseph Gordon-Levitt, Byung-hun Lee, Sienna Miller, Rachel Nichols, Ray Park, Jonathan Pryce, Saïd Taghmaoui, Channing Tatum, Arnold Vosloo, Marlon Wayans, Dennis Quaid, Grégory Fitoussi
1961 yılı Paris’te silah satışı yapan İskoç James McCullen, tarafları yönlendirdiği ve silah dağıtımında ikili oynadığı gerekçesiyle, demir maskeye mahkûm edilmiştir. Ondan sonraki tüm McCullen soyu, her şeye rağmen silah satışlarında aktif rol almaya devam eder.

M.A.R.S Endüstrisi'nin yöneticisi ve savaş başlığı tasarımcısı bay McCullen (Christopher Eccleston), Nano-mite adını verdiği 4 silah başlığını NATO için üretmiştir. Bu füzeler, hedefe ulaştığı andan itibaren çevresindeki tüm metalik parçaları yok etme özelliğine sahiptir. Silah başlıkları, Kazakistan’daki fabrikadan NATO’ya ulaştırmak üzere Amerikan askerleri tarafından teslim alınır. Fakat konvoy, taşıma sırasında yolda saldırıya uğrar. Profesyonel oldukları gözlenen suikastçıları, gizli ekip G.I. Joe takımı durduracaktır. Olaydan sağ kurtulmayı başaran Duke (Channing Tatum) ve Ripcord (Marlon Wayans), ekip tarafından özel merkeze götürülür. G.I. Joe’nun örgütlenmesine hayran kalan Duke ve Ripcord’un takım içinde yer alma talepleri, General Hawk (Dennis Quaid) tarafından reddedilir. Fakat Duke’ün suikastçılardan Ana’yı (Sienna Miller) tanıması, geçici de olsa takıma girmelerinde avantaj sağlayacaktır.

Füze başlığının bulunduğu çantadaki kodu işaretleten Bay McCullen, hem çantadan sinyal almayı sağlamış, hem de G.I. Joe’nun gizli yerini tespit etmiştir. Bunu anlayan özel ekip, karşı atak için hazırlıklara başlar. Fakat McCullen, en az onlar kadar teşkilatlı takımıyla, hiç de kolay lokma olmayacağını fazlasıyla ispatlayacaktır.

Düşman kobralarda Gölge Fırtına (Byung-hun Lee), harekât takımını aktif olarak yöneten kişidir. Kobra lakaplı maskeli adam, içerideki laboratuar deneylerini gerçekleştirir. Anastasia –Ana- (Sienna Miller), iyi eğitimli bir kadın asker, aynı zamanda Duke’ün eski sevgilisidir. Zartan (Arnold Vosloo) ise, M.A.R.S Endüstri'nin başında olan kişidir. G.I. Joe takımında; Yılan Göz (Ray Park), General Hawk (Dennis Quaid), Fas asıllı Breaker (Saïd Taghmaoui), Scarlett (Rachel Nichols) ve Heavy Duty (Adewale Akinnuoye-Agbaje), sıkça duyacağınız isimler olacaktır.

Birçok ülkede çekimleri gerçekleştirilmiş film için büyük emek harcandığı açıkça görülüyor. Heyecan ve tansiyon daima aktif tutulmaya çalışılmış. Süper kahraman filmleri arasında başarıyla yerini alacaktır. Tarzını sevenler için tavsiyedir.

Emre Türker

Picture: impawards

12 Nisan 2010

Alice Harikalar Diyarında

Yazar: Lewis Carroll
Çeviren: Sinan Ezber
Sayfa Sayısı: 128
Kitap Boyutu: 13 x 19,5
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Alice, nehir kıyısında ablasının okuduğu resimsiz kitaptan sıkılmıştır. O sırada yanından geçen pembe gözlü beyaz bir tavşan, yeleğinin cebindeki saati kontrol edip, “Aman Tanrım, Aman Tanrım çok geç kaldım” diyerek koşturmaya başlar. Garip durumun verdiği merakla tavşanı izleyen Alice, onun bir tavşan deliğinden içeriye girdiğini görür. Hiç tereddüt etmeden, o da peşinden kuyuya atlar. Dipsiz karanlık bir çukur gibi görünen kuyunun içinden yavaşça aşağıya doğru inen Alice, zemine düştüğünde hiçbir acı hissetmez. Tavşanın uzun bir koridordan telaşla koşmaya devam ettiğini görüp, izlemeye devam eder. Fakat geçit, kapalı ve kilitli kapılarla son bulmaktadır. Çevresine bakınınca, üç bacaklı masa ve altından yapılmış anahtarı fark eder. Kapılardaki kilidi açmak üzere giriştiği çaba sırasında, öyle çok garipliklerle karşılaşır ki, bundan sonrasında artık şaşılacak bir şey olmadığına karar verir. Çünkü bu garip yerde, her hayvan konuşabilmekte, fakat kimse doğru dürüst bir mantık yürütememektedir. Acaba burası neyin nesidir böyle?

1832 doğumlu Yazar Lewis Carroll, doçentlik almış bir matematikçiydi. Okul müdürünün ortanca kızı Alice, yazarın 1862 yılında yazdığı bu öyküye esin kaynağı oldu. Hikâye, hayal gücünün sınırlarını zorluyor. İş Bankası Kültür Yayınlarından İş Çocuk Klasikleri arasında yer alan bu kitap, orijinal dilden kısaltılmadan çevrilmiştir.

Emre Türker

Bakılan, İnanılan ve Görünen Yüzler

Avrupa Kültür etkinliklerinden birinin açılışına katılmak üzere, ortalama 60-70 kişi dışarıda bekliyor. Sergi, Alman kültürünün zanaatla sanat ilişkisini görselliğe dökecek. Açılış, flaşlar eşliğinde bir konuşmayla başlıyor. Davetlilere şarap dağıtılırken, iki kişi dikkat çekiyor. Biri kadın, diğeri erkek iki arkadaş, sergiyi izlemeye gelmiş. Kadında başörtü, erkekteyse sakal var. Bu iki kişi, bilinçli olarak basın masasına yöneliyor. Belli ki broşür ve tanıtım kiti alacaklar. Görevliler ve masa başındakiler karşılarına dikiliyor. Onların konuyla ilgisi olabileceğini bile düşünemiyorlar. Hatta amaçlarını öğrenmek için sorulan sorular, sorgular cinsten…

Yukarıda anlattığım örnek, Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da, etkinlikler sırasında dikkatimi çeken bir olaydı. İzlenen tutum, kültür etkinliğinin amacını sorgulatıyor. Kültür etkinliği, çeşitliliğin yansıtıldığı bir görsellik değil miydi? Kültür, farklılıkların temsil edildiği, saygı ve sevginin korunduğu, estetiğin çeşitliliğe göre değerlendirildiği bir bakış açısı değil midir? Herhangi bir davetteki ziyaretçiler, birbirine saygısızlık etmiyor, taşkınlık yapmıyor ve eserlere ilgiyle yaklaşıyorsa, bu onların paylaşılanlara karşı saygı, sevgi ve ilgisini göstermez mi?

Baktığınız yönde siz, üst noktada olabilirsiniz. Fakat bu, sizin başka biri tarafından yukarıda göründüğünüzü göstermez. Görüntünün netlik ayarı, kişilikte saklıdır. Eğer kişiliğiniz dengeyi bulamamışsa, gördüğünüz noktadaki üstünlük sizi mutlu edemeyecektir.

Emre Türker

Picture: deviantart

Astro Boy (2009)

Tür: Animasyon / Bilim-Kurgu / Aile
Yönetmen: David Bowers
Süre: 94 dakika
Dünyadaki olumsuz değişimi gören birtakım kişiler, bir dağı gökyüzüne yükselterek ayrı bir yaşam alanı oluşturmayı başarır. Adına Metro Şehri dedikleri bu yerde rutin işler, üstün teknoloji sayesinde robotlara devredilir. Dünyadaki yaşamla ve Metro Şehri’ndeki yaşam, birbirinden tamamen ayrılmıştır.

Pozitif mavi çekirdek enerjisi, üretimde daha fazla kirlenmeyi engellenmek adına uzayda keşfedilir. Fakat Metro Şehri başkanı Stone, oluşan kirlenmeyle değil, daha fazla büyümeyle ilgilidir. Robot dünyasının baş mucidi Dr. Tenma’ya, enerjinin savunma sistemlerinde kullanılmasını emreder. Stone’nun doyumsuzluğu nedeniyle üretilen robotta, pozitif ve negatif enerjiler birlikte kullanılınca, robot bir canavara dönüşür. Robotu imha aşamasında Dr. Tenma’nın zeki oğlu Toby odaya girince, hayatını kaybeder. Bunun üzerine yıkılan Dr. Tenma, kendini çalışma odasına kapatarak, oğluna eşdeğer bir robot üretmeyi başarır. Bu sayede Toby, mekanik ama duygusal bir varlık olarak yeniden ortaya çıkacaktır.

Astro Boy; teknolojinin insanlar üzerindeki olumsuz etkilerini anlatan bir animasyondur. Metro Şehri, güçlülerin yer aldığı üst bölgede, dünya ise artıkların toplandığı alt kademede bulunuyor. İki grubun birbiriyle bağlantıyı kesmesi, soylular ve sefiller ayrımını olarak algılanabilir. Robotlara duygu yüklenirken, insanlar hissiyattan uzaklaşmaktadır. Sosyal mesajlar haricinde, eğlenceli bir bilim-kurgu olarak da izleyicileri etkileyecektir.

Emre Türker

Picture: moviegoods

11 Nisan 2010

Fantastic Mr. Fox (2009)

Türkçe Adı: Yaman Tilki
Tür: Animasyon / Macera / Komedi / Aile
Yönetmen: Wes Anderson
Süre: 87 dakika
Çiftliklerden tavuk çalarak hayatını sürdüren Şahane bay Tilki, bayan tilkiyle birlikte giriştiği son hırsızlık girişiminde çiftçilere yakalanır. Üstelik bayan tilkinin hamile olduğunu, kapana kısıldıktan sonra öğrenecektir. Bayan tilki, kurtulmaları halinde bay tilkiden meslek değiştirmesi konusunda söz alır. Kurtulmayı başaracaklar, devamında bir oğulları olacak ve bay tilki, işini değiştirip gazetecilik mesleğine başlayacaktır.

12 tilki yılı sonra (2 yıl) gazetecilik mesleğinden iyi gelir sağlayamayan bay tilki, vahşiliğinin verdiği içgüdüyle yerinde duramaz. Evini satıp daha iyi bir ağaç kovuğunun altındaki eve taşınır. Üstelik yeni yeri, tavuk çiftliği sahibi Boggis, ördek ve kaz yetiştiricisi Bunce ve elma şıra üreticisi Bean’in çiftliklerine yakındır. Sonuçta bir vahşi hayvan olan bay tilkinin içgüdüleri, yine kurnazlığa yatar. Taşındıktan hemen sonra, kunduz Kylie’ı ikna ederek bayan tilkiden habersiz hırsızlığa başar. Fakat durumdan rahatsız çiftlik sahipleri, yerin dibine bile girse, bay tilkiyi yakalamaya yemin edeceklerdir.

Roald Dahl'ın 1970’lerde yayımladığı “The Fantastic Mr. Fox” adlı kitaptan uyarlanan filmde, animasyon kahramanlarını George Clooney, Meryl Streep ve Bill Murray gibi ünlü isimler seslendirmiş. Hayvanların vahşi yaşamdaki davranış biçimleri, diyaloglara başarıyla uyarlanmış.

Emre Türker

Picture: impawards

10 Nisan 2010

The Hurt Locker (2008)

Türkçe Adı: Ölümcül Tuzak
Tür: Aksiyon / Gerilim / Dram / Savaş
Yönetmen: Kathryn Bigelow
Süre: 131 dakika
Oyuncular: Jeremy Renner, Anthony Mackie, Brian Geraghty, Guy Pearce, Matt Thompson, Ralph Fiennes, David Morse, Evangeline Lilly, Christian Camargo, Suhail Aldabbach, Christopher Sayegh, Nabil Koni, Sam Spruell, Sam Redford, Feisal Sadoun, Barrie Rice
Bomba imha ekibinden Çavuş Thompson (Guy Pearce) bir patlama sonucu ölünce, yerine Çavuş William James (Jeremy Renner) atanır. Çavuş Sanborn (Anthony Mackie) ve uzman Eldridge’ın (Brian Geraghty) görevi, bomba imha işlemi sırasında açık hedef haline gelen James’i korumaktır. Fakat James, geldiği ilk günden beri rahatlığıyla dikkat çeker. Zor görevi sırasında hayatla adeta dalga geçen James yüzünden, diğer askerler de tedirgin olmaktadır. Ölümü hiçe sayan James, acaba cesaretiyle övünülecek bir kahraman mı, yoksa intihar etmeye çalışan bir kaçık mıdır?

Irak Savaşı, Amerikanın Vietnam Savaşı’ndan sonra en çok malzeme çıkardığı işlerden biridir. Fakat bu sefer, biraz daha kişilik sorunları üzerinde durulmuş. Bombanın hedefi ne olursa olsun, sonunda birileri ölmektedir. Üstelik patlama anında bombayı izleyen çevre halkından kimin dost, kimin düşman olduğu anlaşılamamaktadır. Zaten tansiyonu yükselten en önemli sebep de bu belirsizlik olacaktır. Savaş psikolojisi ve askerlerin yaşadığı zaman kavramı üzerinde durularak, çatışmanın bir alışkanlığa dönüşme durumu gözler önüne serilmektedir.

Emre Türker

Picture: impawards

09 Nisan 2010

Beden Dili Ne Kadar Doğru Konuşur?

Beden dili, sosyal yaşam içerisinde en etkili ve güncel konulardan biridir. İleriye doğru bak, aşağıya bakma, ellerini birbirine kenetleme, göz teması kur vs. gibi emirler, artık beyne yerleştirilen özel paket programlarına dönüştü. Her harekete öyle çok anlam biçmişiz ki, hepsini sorgular olduk. Acaba ifadelerin hepsini bu kadar somutlaştırmak doğru mu?

Duruş biçimleri, satış pazarlama tekniklerinde daha fazla işe yarıyor. Hareketlerin karşı tarafa ilettiği mesajlar, araştırma sonuçlarına göre anlamlandırılmıştır. Birçok ifade robotlara bile yüklenebiliyor. Fakat bu kadar standartlaşan bir yerde, saflık derecesi nasıl ölçülecek? Artık her hareketin anlam biçimi çizildiğine göre, birilerine nasıl güvenebiliriz? Acaba çevrenin yapaylık sebebi, bu klasik duruş şekillerinden mi kaynaklanıyor?

Aylık dergilerden birinde, yazarların fotoğraflarındaki duruş biçimlerini inceledim. Önceki dönemlerde daha çok; sigara içen, ciddi, ellerin çeneyi sardığı portre fotoğrafları kullanılırken, şimdilerde sürekli gülümseyen, rahat, mutlu ve çekici ifadeler dikkat çekiyor. Sadelik yerine maskeler kullanılıyor. Fotoğraflara bakınca, onların hayatlarında hiçbir kaygının var olmadığını düşünebiliyorsunuz. Güncel dergilerden birinde, bir köşe yazarının resmi, ellerini birbirine bağlar vaziyetteydi. Peki o resimdeki duruşu, kapalı ifade nedeniyle hatalı mı, yoksa çocukken öğretmenlerimizin “ellerinizi göğsünüzde birleştirip dersi dinleyin çocuklar” dediği zamanlardan kalma sözlerle, çok ilgili biri olarak mı değerlendireceğiz? Acaba beden dili, bir kültüre ne kadar uyum sağlayabilir? En güncel beden dili paket programını nerede bulabiliriz?

Günümüzde kişilik analizlerinin yapılması gerçekten zor. Çünkü birçok kişi; nasıl davranılması gerektiğini, nasıl davranılması istendiğini, kime göre nasıl davranılacağını ve ne gibi teknikler kullanılacağını iyi biliyor. Artık iş görüşmelerinde stratejik taktiksel yarışlar yapılıyor. Amaç, yüz ifadelerinin ruha yansıması olarak düşünülürken, maskelerin ardındaki kişiliklerde karmaşalar ortaya çıkıyor. Hal böyleyken, sanırım inanılan doğal ve samimi ifadeler, bazen en doğru beden dili olacaktır.

Duruş biçimleri ve ifadeleri içeren öğütler mutlak değerlendirilmelidir. Fakat her şeyden önce, siz kendinize göre özelsiniz. Bazı şeyleri değiştirmeye kalkarak komik göründüğünüzü düşünüyorsanız, içinizdeki sesi dinleyin. Kimi zaman doğru olduğunu bildiğiniz şeyler, birçok kaynaktan çok daha iyi sonuç verecektir.

Emre Türker

Picture: flickr

Where the Wild Things Are (2009)

Türkçe Adı: Arkadaşım Canavar
Tür: Macera / Dram / Fantastik
Yönetmen: Spike Jonze
Süre: 101 dakika
Oyuncular: Max Records, Pepita Emmerichs, Catherine Keener, Steve Mouzakis, Mark Ruffalo
Ailesi boşandıktan sonra, annesi Connie (Catherine Keener) ve ablası Claire’le (Pepita Emmerichs) birlikte yaşayan Max’ın (Max Records), kurduğu hayaller, bir çeşit yalnızlıktan kaçıştır. Çocuk olarak hikâyelerini sürekli yakınlarıyla paylaşma ihtiyacı duymakta, fakat aradığını bulamamaktadır. Bu nedenle Max; okulda, evde ve yakın çevresinde görüp duyduklarını ve öğrendiklerini, hayal dünyasının içine katmaktadır.

Annesi Connie’nin (Catherine Keener) gece vakti ziyaretine gelen erkek arkadaşına (Mark Ruffalo) aldırmayarak yine ilgiyi üstüne çekmek isteyen Max, tartışma noktasından sonra evden kaçar. Su kenarında bulduğu bir sandalı, babasının ona hediyesi olan “bu dünyanın sahibi Max’e” yazdığı nottaki gemiyle eşleştirecek ve yenidünyasını yönetmek üzere hayallerindeki sularda uzaklara açılacaktır. Ulaştığı adada yaşayan kukla canavarlar, kendisi gibi mutsuz görünmektedir. Canavarlarla bağlantı kuran Max, dünyanın sahibi olarak krallığını yaptığı adada, onları bu mutsuzluktan kurtarmaya çalışacaktır.

Ailesinin ayrılığına tanıklık etmiş, yalnızlığı nedeniyle çevresini tanıyamamış ve düşüncelerini ifade edecek birilerini bulamamış çocukların düş kurgusunu canlandıran film, bir çeşit psikolojik görsellerden oluşuyor. Anlatılmak istenen konu doğru yorumlanmış, fakat izleyicisini tam olarak yakalayamamıştır. Bu anlamda sadece sanatsal düşünce yapısına hitap ettiği söylenebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

08 Nisan 2010

The Descent: Part 2 (2009)

Türkçe Adı: Cehenneme 2 Adım 
Tür: Macera / Korku / Gerilim
Yönetmen: Jon Haris
Süre: 94 dakika
Oyuncular: Shauna Macdonald, Jessika Williams, Michael J. Reynolds, Douglas Hodge, Joshua Dallas, Anna Skellern, Gavan O'Herlihy, Krysten Cummings, Doug Ballard, Josh Cole, Natalie Jackson Mendoza
Konusunda uzman bir ekip, Apalaş Dağları’ndaki mağaralarda kaybolan 5 kadını ararken, içlerinden Sarah (Shauna Macdonald) yol üstünde bulunur. Fakat Sarah, geçici hafıza kaybı nedeniyle yaşananlar hakkında bilgi veremez. Polis memuru Jenna Rios’un (Krysten Cummings) ılımlı sorgusundan bir sonuç alınamayınca, Şerif Vaines (Gavan O'Herlihy), Sarah’ı hastaneden çıkararak dağları araştıran uzman ekibin yanına götürür. İzci köpekler sayesinde keşfedilen eski bir maden, Sarah’ın mağaradan çıkış noktası gibi görünmektedir.

Madendeki tehlike işaretlerine aldırmayıp derin çukurdan aşağıya inen ekip, ölen kızlardan birinin cesedine ulaşır. Yaşadığı şokla birlikte olayları hatırlamaya başlayan Sarah, daha fazla ilerlememeleri konusunda onları uyarır. Fakat şerif Vaines, şüpheli olarak gördüğünü Sarah’ın sözlerine inanmaz. Çaresiz kalan Sarah, ekipten kaçarak izini kaybettirir. Peşinden giden Şerif Vaines’in ateşlediği silah yüzünden göçük oluşacak ve geldikleri yön kapanacaktır. Artık en önemli sorunları kayıp kızlar değil, yeni bir çıkış noktası bulmaktır. Üstelik, içeride yaşayan yaratıklar nedeniyle bunu başarmak hiç de kolay olmayacaktır.

The Descent’in devamı çekilmeseydi, yapım daha orijinal kalacaktı. İkinci bölüm nedeniyle bazı mantık hataları ortaya çıkıyor. Fakat heyecan bakımından fazla bir şey kaybettiği söylenemez. Heyecanlı mağara koşuşturmaları devam edeceğe benzer...

Emre Türker

Picture: moviegoods

07 Nisan 2010

Rina (2010)

Tür: Dram / Komedi
Yönetmen: Şenol Sönmez
Süre: 94 dakika
Oyuncular: Paşhan Yılmazel, Merve Sevi, Eray Türk, Çağlar Çorumlu, Cezmi Baskın, Ayten Uncuoğlu, Cüneyt Türel, Erdal Tosun, Burcu Altın, Erkan Sever, Kerem Kupacı, Yaşar Güner, Kerem Muslugil, Mahmut Tokgöz, Tayfun Sav, Seval Gökçe, Şennur Canpolat, Erdem Sakalıbüyük, Can Yılmaz
Gökçeada’da yaşayan Ömer (Paşhan Yılmazel), Ali (Eray Türk) ve Umut (Çağlar Çorumlu), çocukluk arkadaşıdır. Yediği içtiği ayrı gitmeyen bu üçlü, birlikte kurdukları ortak hayallerle büyürler. Plajda çalışan Ali, her sezon aşık olduğu kızın gelişini bekler. Umut, sarhoş babası Hilmi’yle (Cezmi Baskın) balıkçılık yaparken, fırsat buldukça kız arkadaşı Zehra’yla (Merve Sevi) buluşur. Ömer ise, babasının üzüm tarlasındaki kendisine ayrılan bölümde, mükemmel bir şarap formülü peşindedir. Amacı, arkadaşlarıyla birlikte adada fabrika açıp markalaşmak ve işi büyütmektir.

Nihayet beklenen haber, kilisenin pederi Vasilis’ten (Cüneyt Türel) gelir. Kiliseye gelen Fransız fabrikatör, Ömer’in numune olarak bıraktığı şarabı çok beğenmiş ve onunla tanışmak istemiştir. Yakaladıkları fırsat ne kadar güzel görünse de, bunu gerçekleştirmek için ne yeterli üzümleri vardır, ne de sermayeleri…

İsmini derinlerde yaşayan bir vatoz türünden alan film, gerçek bir hayat hikâyesinden yola çıkarak, hayal ve dostluk düşüncesiyle senaryolaştırılmış. Hedef şarap fabrikası olunca, tüm karelerde alkolün varlığını hissedebiliyorsunuz. Sokaktaki aylak şarapçı rolündeki Erdal Tosun’dan nağmeler, içeriğe renk katmış. Gökçeada’yı incelemek ve görmek isteyenlere fikir verebilecek nitelikte olabilir.

Emre Türker

06 Nisan 2010

Parayı Sevmiyorum

Sohbetlerde sıkça söylenen “Parayı Sevmiyorum” cümlesine alışığız. Paranın mutluluk getirmediği, mutlu gibi gösterdiği düşüncesine sahip olanlar, ortalamanın üzerindedir. Yeryüzünde, parayı sevenler zenginlerden, parayı sevmeyenler fakirlerden mi oluşuyor?

Sevmediğiniz bir işte çalışmak istemezsiniz. “O işi sevmiyorsan, bırak gitsin” diyenlerle, “aman devir çok kötü, işine dört elle sarıl, piyasada iş yok” diyenler arasında kalır, karar vermekte zorlanırsınız. Varlıklı biri “parayı sevmiyorum” dediğinde, kendisine “parayı bırak gitsin o zaman” sözlerini yönelten olur mu? İki örnek arasında bir zıtlık görebilirsiniz, doğrudur. Çünkü mal varlığını yükseltmeyi başarmış biri, muhtemelen bir çalışan değil, girişimcidir. Girişimci; üretken fikre sahip, piyasada kaybetmekten korkmayan, kaybettiğinde ise kolayca pes etmeyen biridir. Ayrıca parayı sevmiş ki, devamı için çaba göstermiştir. Öyleyse ne onun "parayı sevmiyorum" demesi, ne de birinin ona "parayı bırak git o zaman" demesi normal görünmüyor.

Ünlü yatırımcı yazar Robert T. Kiyosaki, genel olarak zengin insanların parayı çalıştırdığını, geri kalanların ise para için çalıştığını belirtmektedir. İnsan psikolojisi üzerine yapılan araştırmalarda, “parayla saadet olur mu?” fikri araştırılmış, genel anlamda paraya sahip olanların diğerlerine göre daha mutlu yaşadığı gözlenmiştir. Fakat bu kıstaslar, sadece parayla ilgili değildir. Paraya sahip grup; sağlık, mutluluk ve yaşam standartlarını yükseltme konusunda sürekli bir arayış içerisindedir. Kitaplar karıştırır, eğitimine yatırım yapar, seminerler takip eder, öğrenmeye açıktır ve aktiflerle yaşar. Oysa paraya sahip olmayan grup, biraz boş vermişlik anlayışına sahip, okumak ve araştırmaktan uzak, aşırı duygusal ve pasiflerle yaşayan biri olarak dikkat çeker. Sağlık, mutluluk, güler yüz, empati ve standartların yükseltilmesi, çoğu zaman parayı sevmeyenler tarafından “kendini beğenmişlik” olarak ifade edilmektedir.

Öncelikle şunu ayırmak gerekir. Gösteriş farklı şey, daha iyisine sahip olmak farklı şeydir. Paranın karanlık yüzü, gösteriş merakında saklanır. Eğer para; insanları ezmek için kullanılıyor, zevklerin en uç noktasında kendini belli ediyor ve duyguları bitiriyorsa, işin rengi değişiyor demektir. Bu nokta, örnek alınması gereken nokta değildir. İnsanlık kaybedilmediği sürece, paraya sahip olmak güzeldir. Çünkü güzel olan şey, paylaşımla büyür. Eğer kazanıyor, ilerliyor ve sonra bunu paylaşabiliyorsanız, yaşam standartlarını yükselterek, hem kendinizi, hem de başkalarını mutlu edebilirsiniz.

Paranın güç kazandığı bir toplumda parayı sevmezseniz, para da sizi sevmez. Hedeflere ulaşmak için o bir amaç değil, araç olmalıdır. Eğer parayı araç olarak kullanırsanız, nereye gideceğinizi iyi bilirsiniz. Fakat parayı amaç olarak görürseniz, nereye gideceğinizi şaşırır, oyun içinde piyon durumuna düşerek ilk hamlede yıkılırsınız.

Emre Türker

Picture: flickr

The Descent (2005)

Türkçe Adı: Cehenneme Bir Adım
Tür: Macera / Dram / Korku / Gerilim
Yönetmen: Neil Marshall
Süre: 100 dakika
Oyuncular: Shauna Macdonald, Natalie Jackson Mendoza, Alex Reid, Saskia Mulder, MyAnna Buring, Nora-Jane Noone, Oliver Milburn, Molly Kayll, Craig Conway
Maceracı arkadaş grubuyla rafting (raft adı verilen botlarla yapılan spor) yapan Sarah (Shauna Macdonald), küçük kızı Jessica (Molly Kayll) ve eşiyle Paul’la (Oliver Milburn) kıyıda buluşur. Paul’un raftingdeki kızlardan Juno’yla (Natalie Jackson Mendoza) olan yakın diyalogu, Sarah’ı rahatsız etmiştir. Geri dönüş yolunda kocasının tedirginliğini araştırırken, yolda kaza geçirirler. Kaza sonrası kızı Jessica ve kocası Paul, hayatını kaybeder.

Kazadan 1 yıl sonra ABD’deki Apalaş Dağları’nda; Sarah, Juno, Beth (Alex Reid), Rebecca (Saskia Mulder) ve Sam (MyAnna Buring), yeniden bir araya gelir. Amaçları, rehber Holly (Nora-Jane Noone) eşliğinde Boreham Mağaraları’nda dolaşmaktır. Fakat heyecan arayan Juno (Natalie Jackson Mendoza), taşıması gereken rehberi yanına almayınca, yanlış bir mağaraya girerler. Üstelik bu dipsiz görünen kuyuda, tek nefes alan kişi onlar olmayacaktır.

Dramatik bir öyküden karanlık korkuya geçiş yapılan bu filmde, anlık görüntülerden dolayı yerinizden sıçrayabilirsiniz. Yapılan korku/gerilim türleri arasında çok iyi bir yerde olduğu söylenebilir. Türünü sevenlere tavsiyedir.

Emre Türker

Picture: moviegoods

05 Nisan 2010

While You Were Sleeping (1995)

Türkçe Adı: Sen Uyurken
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Jon Turteltaub
Süre: 103 dakika
Oyuncular: Sandra Bullock, Bill Pulman, Peter Gallagher, Peter Boyle, Jack Warden, Glynis Johns, Micole Mercurio, Jason Bernard, Michael Rispoli, Ally Walker, Monica Keena, Ruth Rudnick, Marcia Wright, Dick Cusack, Thomas Q. Morris
Küçük yaşlarda annesini, yakın zamanda babasını kaybeden Lucy Moderatz (Sandra Bullock), tren istasyonunda gişe görevlisi olarak çalışan genç bir bekârdır. Her sabah trene binen Peter’a (Peter Gallagher) karşı platonik bir aşkla bağlıdır. Ailesi olmadığı ve yalnız yaşadığı için noel arifesinde mesaiye bırakılan Lucy, sabah Peter’in noel dilekleriyle moral bulur. Ardından peronda iki kişiyle tartışma yaşayan Peter, istasyonun raylarına düşerek bilincini kaybeder. Bunun üzerine Lucy, tren gelmeden önce raylara atlayarak onun hayatını kurtarır.

Hastanede koma halinde yatan Peter’ı ziyaret eden aile dostları, bir yanlış anlama sonucunda Lucy’i onun nişanlısı zannederler. Hem bir aile içinde olmanın etkisi, hem ailede bulunan birinin kalp rahatsızlığı ve hem de aşık olduğu adamın başında durabileceğinin düşüncesiyle, Lucy bu yalanı devam ettirmeye karar verir. Noel akşamında davetli olarak katıldığı evde, Peter’ın kardeşi Jack’in (Bill Pulman) eve gelişine kadar sorun yaşanmaz. Fakat Jack geldikten sonra işler biraz karışır. Çünkü Jack, bu ilişkinin varlığına inanmayacak ve olayın derinliğini araştırdıkça, Lucy’e karşı duygusal bir yakınlık duymaya başlayacaktır.

While You Were Sleeping; sıcak, sevgi dolu ve mizahi yapısıyla eğlenceli vakit geçirmenizi sağlayacak bir filmdir.

Emre Türker

Picture: impawards

02 Nisan 2010

Makyajla Boyanmış Cadı Kitaplar

Geçenlerde bir kitap aldım. Adını bile yazmaya gerek görmediğim bu kitabın; başlığına, kalınlığına ve dış kapak dizaynına aldandığımı itiraf etmek istiyorum. Kitabın yazarından biri konusunda uzmanken, diğeri sadece eş durumundan içeriğe dahil olmuş. Sonuna kadar okumaya dayanamadığım bu kitaplar varken, yeni yazarlara nasıl ilgi gösterebiliriz ki?

Televizyonlardaki yarışma programları, genelde yabancılardan isim hakkı alınarak yapılıyor. Tanınmış program seçimi, reklâm pastasından dilimini kaçırmamak içindir. Yoksa genelde söylenen “neden o kadar isim hakkı ödüyorlar ki?” sorusunun cevabını kendileri de düşünmektedir. Bize aptalca gelen çoğu şey, aslında göründüğü gibi değildir.

Kitap yazıp yayınlayamamış birçok edebiyatçımız var. Bunların arasında çok sağlam yayınlar olduğuna eminim. Fakat yayınevi, yazarı değerlendirirken biraz kendini düşünmek zorunda kalıyor. Çünkü eleştirdiğimiz mankenlerin diyet kitapları, uzmanların elinden çıkmış yayınlardan daha fazla satıyor. Onları yazan mankenlerin çoğu zaten editör denetiminden geçiyor. Yazıları düzeltiliyor ve eklemeler yapılara içerik zenginleştiriliyor. Böyle olunca, kimin kitabı daha çok satılır dersiniz?

Okuduğum yerli kitaplardan biri, tamamen serbest bir yazımla yayımlanmıştı. Sadece başlık ve ara başlıklar dikkat çekiciyken, korkunç derecede dil ve anlatım bozuklukları içeriyordu. “Evet okuyucular şimdi gidiyorum deeeeeeermişimmmmmm :))))” şeklindeki cümleleri görünce şok oldum. Bırakın imla kurallarını, paragrafın nerede başlayıp nerede bittiği bile belli değildi. Konular arada bir şiirsel şekle çevrilmeye çalışılmış, alıntılar haddini aşmış, hemen her cümle sonunda yeni bir paragrafa geçilmiş ve konunun ana rotasından sapılmıştı. Bloglarda bu tarz yazılarla karşılaşmanız normaldir. Çünkü herkes kendini bir şekilde ifade etmeye çalışıyor. Fakat bir kitabın denetimden geçmeden çıkması, yayınevinin prestijini sarsacaktır.

Taklitçilik, sıkça başvurulan bir durumdur. Yazı sonlarındaki imzanın silinerek internette yazılması, yabancı yazarların anlatımlarının Türkçeye çevirip sahiplenilmesi, toplama ve derleme yazılardan oluşturulmuş bir kitaba YAZAR atanması, artık normalleşti. Hal böyleyken, kimin kitabını alıp okuyacağımızı ancak reklâmlardan, çok satanlardan ve Türkçeye çevrilmiş yayınlardan seçiyoruz.

Okuma oranı düşükken, sürekli güvenilir isimleri ve çok satanları tercih edenleri yadırgamamak lazım. Gönül isterdi ki, yeni yayınlar eski yayınların daima önünde ve zirvede kalsın.

Emre Türker

Picture: deviantart

01 Nisan 2010

The Imaginarium of Doctor Parnassus (2009)

Türkçe Adı: Dr. Parnassus
Tür: Macera / Fantastik / Gizem
Yönetmen: Terry Gilliam
Süre: 123 dakika
Oyuncular: Heath Ledger, Lily Cole, Christopher Plummer, Jude Law, Johnny Depp, Colin Farrell, Peter Stormare, Andrew Garfield, Tom Waits, Verne Troyer, Paloma Faith, Fraser Aitcheson, Daniel Newman, Carrie Genzel, Cassandra Sawtell, Michael Eklund, Quinn Lord, Carolyn Pickles, Lucy Russell, Montserrat Lombard
Ölümsüz Doktor Parnassus (Christopher Plummer), Londra sokaklarındaki seyyar hayalhanesinde gösteri yapmaktadır. Sahnenin ortasına yerleştirilmiş ayna, gizeme açılan boyutun girişidir. Aslında tüm esrarengizlik, Parnassus’un düşünce gücünden kaynaklanmaktadır. Düşleri ziyaret eden müşteriler, gezinti sonunda bir seçim aşamasına gelir. İşte o anda, şeytan olarak tanınan Mr. Nick (Tom Waits) ortaya çıkar. Mr. Nick, hayallerin ardında yatan kara dünyanın efendisidir.

Mr. Nick ve Doktor Parnassus, asırlardır anlaşma yollu bir bahsin karşılıklı oyuncusu olmuştur. Bu anlaşmalardan birine Parnassus, 16 yaşına geldiğinde teslim etmek üzere kızı Valentina’yı (Lily Cole) ortaya koyar. Mr. Nick, 16. yaş gününe sadece 3 gün kala, anlaşmayı hatırlatmak için ziyarete gelecektir. Çaresiz Parnassus çıkış yolu düşünürken, yardımcısı köprüde iple asılı bir adam bulur. Adamı ipten aldıklarında henüz ölmemiştir. Parnassus, bunun bir işaret olduğunu düşünecek, bu nedenle kızının Tony (Heath Ledger) adını verdiği bu adama yakınlık gösterecektir. Fakat çalışanı ve aynı zamanda yardımcısı Anton (Andrew Garfield), aynı fikirde olmayacaktır.

Hayallerle dolu bir boyutun görsel şöleni sayılabilecek bu filmde, Jude Law, Johnny Depp ve Colin Farrell, düşlerde farklılaşan yüzler olarak karşımıza çıkıyor. Farklı tarzı bakımından beğeni oranı değişkenlik gösterebilir. Düşleri seven, işin görselliğinden zevk alanlar için uygun olacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards