21 Haziran 2010

Funny People (2009)

Türkçe Adı: Matrak Adamlar
Tür: Komedi / Dram
Yönetmen: Judd Apatow
Süre: 146 dakika (Kesintisiz 153 dakika)
Oyuncular: Adam Sandler, Seth Rogen, Leslie Mann, Eric Bana, Jonah Hill, Jason Schwartzman, Aubrey Plaza, Maude Apatow, Iris Apatow, RZA, Aziz Ansari
Ünlü komedyen ve stand-up’çı George Simmons (Adam Sandler), doktorundan AML (Akut Myeloid Lösemi) hastası olduğunu ve tedavi sürecinde de geç kaldığını öğrenince, tüm neşesini kaybeder.

Süpermarkette tezgâhtar olarak çalışan Ira Wright (Seth Rogen), ev arkadaşları Leo (Jonah Hill) ve Mark (Jason Schwartzman) gibi profesyonel Stand-up’çı olmak için, Komedi & Sihir Kulübü’ne giderek şansını denemeye karar verir. Fakat Ira, George Simmons’ından sonra sahne alacağını öğrenince, pek şansı kalmadığını düşünmeye başlar. Fakat George, izleyicileri güldürebilecek enerjisini kaybetmiştir. Hemen arkasından sahneye çıkan Ira, George’un karamsar görüntüsüyle ilgili espriler yapınca, onun dikkatini çeker. George, sahne sonrası Ira ve arkadaşlarının evini arayarak, kendisine espri bulmaları konusunda yardım isteyecek, böylece Ira’ya müthiş bir fırsat tanımış olacaktır.

Kanada’dan gelen ilaçlarla mucize bekleyen George, yeni elemanı Ira’ya sorununu anlatır. Böylece aralarındaki ilişki farklı bir boyuta ulaşarak, dostluğa dönüşür. Acaba bu dostluk, George’un neşesini tekrar geri getirebilecek mi?

Konu, bir Stand-up’çının hayatı ve onun dramına dönüşünce, çok fazla küfür ve argonun filme yansıması kaçınılmaz. Argolu anlatımlar ve sahne gösterileri nedeniyle bir aile komedisi değil ama içerik bakımından farklı bir yapım. Bir komedyenin daima güldürmek zorunda olduğunun altı çizilerek, geri planda onun ne gibi sorunlar yaşadığı konu alınıyor. Hayatta her zaman mucize beklenemez ama mucizeler bir şekilde bizi bulur. Önemli olan, karşımıza çıkan bu sürprizlere karşı nasıl tepki gösterdiğimizdir. Funny People, tam da böyle bir durumu anlatıyor.

Emre Türker

Picture: impawards

19 Haziran 2010

Antichrist (2009)

Türkçe Adı: Deccal
Tür: Dram / Gerilim
Yönetmen: Lars von Trier
Süre: 108 dakika
Oyuncular: Willem Dafoe, Charlotte Gainsbourg
Açık pencereden aşağıya düşen küçük çocukları nedeniyle bunalıma giren anne (Charlotte Gainsbourg), 1 aydır yatılı olarak psikiyatrik tedavi görmektedir. Terapist kocası (Willem Dafoe), hastanede verilen ağır ilaçlar ve sürenin uzamasından rahatsız olduğundan, karısını eve geri getirir. Kimsenin karısını ondan daha iyi tanıyamayacağı düşüncesiyle özel terapilere kendisi devam ederek, karısının korkuları üzerinde yoğunlaşır. Karısının anlattıklarına göre korku, orman teması altında doğaya karşıdır. Korkuları yenmek için birlikte ormana giderek orada bir dağ evinde konaklayacaklar ve kadının rahatsızlığına çare arayacaklardır. Acaba kadın, yaşadığı depresyonu bu şekilde atlatılabilecek mi? Yoksa daha fazla kaosa mı sürüklenecek?

Bir kadının saplantıları, ağır depresyonu, kaybetme korkusu ve çaresizliği gözler önüne serilirken, onu saran sapkın davranışların nereden geldiği ve nasıl üstesinden gelineceği sorgulanıyor. Yoğun görsel imgeler ve rüya temasına uygun olarak ilişkilendirilen şekiller, gerçeğe uygun yorumlanma çabasında. Ağır bir hastanın tedavi sürecine yer veren filmde, kadının sinir nöbetlerini cinsel açlıkla atmaya çalışması ve bu nedenle cinsel öğelerin pornografik boyuta ulaşması, birçok izleyici rahatsız edebilir. Önsözle başlayıp çeşitli bölümlerde ele alınan durumlar, hafif psikolojik içerikten başlayıp gerilimi yüksek boyutlara ulaşmaya başlıyor. Farklı, rahatsız edici, ilginç bir film.

Emre Türker

Picture: impawards

18 Haziran 2010

House of Fools (2002)

Türkçe Adı: Deliler Evi
Orijinal Adı: Dom durakov
Tür: Dram / Savaş
Yönetmen: Andrey Konchalovskiy
Süre: 104 dakika
Oyuncular: Yuliya Vysotskaya, Yevgeni Mironov, Sultan Islamov, Stanislav Varkki, Elena Fomina, Marina Politseymako, Rasmi Dzhabrailov, Vladimir Fyodorov, Vladas Bagdonas, Anatoli Adoskin, Gevorg Ovakimyan, Ruslan Naurbiyev, Bryan Adams, Cecilie Thomsen
Çeçen - Rus Savaşı başlamak üzereyken, şehir merkezinden uzakta bir tımarhanedeki hastalar, doktor ve görevlilerin kişisel çabalarıyla tedavi görmektedir. Kanadalı şarkıcı Bryan Adams’la hayalinde aşk yaşayan Zhanna (Yuliya Vysotskaya), akordeonuyla çaldığı müziklerle hasta arkadaşlarına moral verir. Her kötü yaşam karesini müzikal havada mutluluk oyununa dönüştürürken, Bryan Adams’ın söylediği Have You Ever Really Loved A Woman şarkısıyla kendinden geçer.

Hastane yanındaki tren yolundan akşam vakti geçen bir treni izlemek, hastaların en büyük keyiflerinden biri haline gelmiştir. Fakat bir gece vakti beklemelerine rağmen tren geçmez. Telefon ve radyo yayını kesilmiştir. Sabah vakti savaş haberleriyle birlikte hastanede hiç görevli kalmayınca, hastalar kendi başlarının çaresine bakmaya başlar. Dışarıdan gelen ateşli silahların etkisiyle tımarhane gittikçe kullanılmaz hale dönüşürken, kimi zaman Çeçen, kimi zaman Rus askerleri hastaneye girerek konaklayacaklar, fakat kesinlikle hastalara zarar vermeyeceklerdir.

Film içinde Rus ve Çeçen askerleri bir araya gelerek, geçmişte nasıl birbirlerini kolladıklarını konuşurlar. Hastanedeki hastaların farklı inançlar çerçevesinde dua etmesi ve sabah vakti hasta Makhmud’un (Rasmi Dzhabrailov) ezan okuması, aradaki farklılıklara rağmen inançlara duyulan saygıyı temsil ediyor. Askerlerin aslen savaşmak istemediğini, mağdur ve hastalara da zarar vermediklerini görüyoruz. Gerçek savaşta durum belki çok farklı ama aranan hoşgörü, “en zor durumda bile” kavramını izleyiciye hatırlatıyor. Yönetmenin gerçek yaşanmış olaylardan esinlenerek hazırladığı filmde Bryan Adams, şarkısıyla filmdeki dramatik havayı yumuşatıyor. Düşünce ve mesaj içerikli bir yapım…

Emre Türker

Picture: moviegoods

17 Haziran 2010

Yüksekten Uçma, Sen Kartal Mısın?

Ergenlikten yetişkinliğe geçişte isyan eder, yetişkinlikte piştikçe geçmişe bir “ah” çeker, gelecekleri yetiştirdikçe de bilmişlik taslarız. Çünkü yüksekleri sorguladıkça kartallara övgüde bulunur, kanatları soranlara ahkâm keseriz. “Biz de böyle bilirdik” düşüncesi, bir zamanlar çirkin ördek yavrusu olduğumuzu unutturmuştur bizlere.
Ergenlik dönemiyle birlikte, gençlerin düşünce ve beden yapısında, önemli gelişme ve değişmelerin meydana geldiği bilinmektedir. Yapısal değişim sırasında gençlerin farklılaşma hareketleri, toplum genelinde ters karşılanır. Yardımcı olma düşüncesinde çevrenin tutumu, “bak evladım”la başlar, “sen anlamazsın, aynı devirlerden ben de geçtim, öyle yapma”larla devam eder. Artık ergen kişi; ya büyüklerinin yolundan gidecek, ya da isyankâr tavırlarla bağımsızlık mücadelesi verecektir.

Gençlerin karar verme aşamasında aileler, genelde otorite kurmaya yönelik hareket ederler. Karmaşanın içeriğinde, ailenin mi yoksa gencin mi doğru yolu tercih ettiği tartışılabilir. Fakat şu bir gerçek ki, yönlendirmedeki rolü nedeniyle gence yol gösterecek ailenin, önce kendi bilincini sorgulaması gerekmektedir. Aileler; hem çocukluk döneminde, hem de ergenlik döneminde, anlayış bakımından benzer bir otorite izler.

1- Bilinçli 2- Baskıcı 3- Sınırsız Hoşgörülü

Genel olarak aileler, kendi doğrularının bilinçli olduğu konusunda ısrar edecektir. Fakat neye karşı, kime karşı ve hangi düşünceye karşı bilinçli olduğu sorgulanmalıdır. Baskıcı tavır kadar aşırı hoşgörü de çocuk ve ergeni yanlış yönlendirir. Özellikle ergenlik gibi, arkadaşlarını ailesinden üstün görme eğilimini içeren zamanlarda, ailenin çocuğuna bir arkadaş gibi yaklaşması, sesinde olumsuz tonlar kullanmaması, kelimelerini dikkatli seçmesi ve yönlendirmelerini kendi doğrularına göre değil, gerekirse araştırarak veya profesyonel yardım alarak uygulaması gerekir. Yoksa genç, içinden çıkmakta zorlanacağı bir kimlik bunalımına girecek (ergenlik döneminde belli noktalarda kimlik bunalımı çağa özgüdür), yanlış otorite nedeniyle bunalımını atlatamayacak ve ağırlaşan duygular nedeniyle kişiliği hastalık boyutuna kadar bozulabilecektir.

Gelişim psikologlarının önerdiği otorite, bilinçli otoritedir. Bilinç kazanmak için çalışmak, araştırmak ve radikal düşüncelerden sıyrılmak gerekir. “Sen bilmezsin, biz biliriz” düşüncesi, ileride düzeltilmesi zor çıkmazlara sürükleyebilir. Özellikle meslek seçimleri, gençlerde hayati önem taşır. İstenmeyen bir mesleğe yönlendirmek yerine, yeteneğe ve düşünce yapısına uygun ve birbirine eşdeğer meslekler önermek gerekir. “Neresi olursa olsun, bir yeri kazan ve oku”, “orayı yazma, hiçbir halt olmazsın”, “gerçekçi ol, sende o kapasite var mı?”, “yüksekten uçma!” yerine, “İstediğin yere ulaşmak için ne yapman gerekiyor?”, “Sana nasıl faydam dokunabilir?”, “Karar verirken doğru analiz yapabildin mi?”gibi sorularla yardım teklif edilebilir. Tarihte birçok bilim adamının, çocukluk veya gençlik dönemlerinde “yarım akıllı” ilan edildiğini hatırlatmak isterim.

Aklı başında, bilinçli, inançlı, iradesi kuvvetli, kararlı ve güvenli bir toplum istiyorsak, her şeye muhalefet olmadan önce neye muhalefet olduğumuzu düşünmeli, hazıra yönlendirmek yerine nasıl yapılacağını göstermeli ve en önemlisi, yıkıcı değil yapıcı olmayı öğrenmeli/öğretmeliyiz. “Adam olmak” diye genellenen kavram, gencin olgunlaşması kadar yetişkinin bakış açısıyla da ilgilidir. Yaşananları çabuk unutan bir toplum olarak, durumun önemine dikkat çekmek gerekiyor.

Emre Türker

Picture: 1- flickr, 2- flickr, 3- flickr, 4- flickr 

Ondine (2009)

Türkçe Adı: İlahların Aşkı
Tür: Dram / Fantastik / Romantik
Yönetmen: Neil Jordan
Süre: 111 dakika
Oyuncular: Colin Farrell, Tony Curan, Alicja Bachleda, Stephen Rea, Dervla Kirwan, Alison Barry, Emil Hostina, Norma Sheahan, Don Wycherley
İrlanda’nın sahil kasabasında yaşayan balıkçı Syracuse’un (Colin Farrell) ağına, genç bir kız takılır. Suyun altından çıkardığı bu kız, ne gariptir ki hâlâ yaşamaktadır. Adının Ondine (Alicja Bachleda) olduğunu söyleyen genç kız, balıkçı haricinde kimseye görünmek istemez. Syracuse izin verdiği sürece, onun yanında kalmaya razıdır.

Yıllardır alkolle başı dertte olduğu için Syracuse’a, kasaba halkı Circus diye hitap eder. Rahiple (Stephen Rea) kilisedeki günah çıkarma seansları, zayıf inancı nedeniyle bir çeşit terapi niteliği taşımaktadır. Onu iki yıldır içkiden uzaklaştıran irade ise, karaciğer yetmezliği hastalığıyla mücadele eden kızı Alex (Tony Curan) olmuştur. Çünkü alkole bağımlı eski karısı Maura’nın (Dervla Kirwan) dengesizliklerinden kızını korumanın tek yolu, kendisinin dinç kalmasıdır.

Syracuse, kızına Ondine’yi bir masala dönüştürerek anlatır. Fakat masalın yarım kalması ve belirsizliği, kızı Alex’i meraklandırır. Babasının evine gizlice giden Alex, Ondine’yi görür. Tüm masal ve denizin gizemi, söylenen tatlı şarkılar, kısmetsiz balıkçının kısmetinin açılması gibi ayrıntılar, Ondine’nin bir Selkie olduğunu göstermektedir. Yani denizden gelen gizemli fok kadın…

Baştan sona gizemi koruyan film, tatlı deniz hışırtıları ve güzel manzaraları sayesinde sıkmadan ilerliyor. Hoş vakit geçirmek için birebir. Hayatı masala çevirerek, farklı olduğunu her dakika izleyiciye gösteriyor.

Emre Türker

Picture: impawards

16 Haziran 2010

Kendinizi Olduğu Gibi Kabul Edin

Yazar: Dr. Windy Dryden
Çeviren: Umur Koçak
Sayfa Sayısı: 152
Yayınevi: HYB Basım Yayın

Düşük benlik değeri (kitapta kendini küçümsemek olarak tanımlanıyor) üzerinde durularak, yaygın duygusal problemler, kaygı, depresyon, suçluluk duygusu, utanç, sağlıksız kıskançlık, incinme, sağlıksız haset ve sağlıksız öfke gibi insanın kendini küçümsediği durumlar inceleniyor. Dr. Dryden; yeterlilik, değersizlik ve benzeri duyguların, insanın kendi hakkındaki inancıyla pekiştiği konusunda inançları sorgulayarak, doğruların arayışına yönlendiriyor.

Hatırlatmak yarar var: Bu kitap bir kişisel gelişim değil, psikoloji bilim dalında bir çalışmadır. Deneysel çalışmaları okumak, belli zaman dilimlerinde sıkıcı olabilir. Fakat kitapta akademik bilgiler kadar, kaygı sorunu yaşayan ve kendini küçümseyen insanlara yardım amacı taşınıyor. Kendini kabul etme kavramıyla, kişinin durumunun farkında olması ve çözüme yönelik hareket etmesi için çeşitli teknikler sunuluyor. Fakat örneklerin özellikle belli hastaların sorunları üzerinde durularak anlatılması, sıkıntı yaşayan kişilerde memnuniyetsizlik meydana getirebilir. Yapılması gereken, başlıklar altında açıklanan durumların ve yardımcı yöntemlerin, olumlu görüldüğü yerlerde not alınması ve dikkatle uygulanması olacaktır.

Windy Dryden’in açıklamaları, kendini kabul etmeyle, kendini küçük görme arasındaki farklılıkları belirlemeye yöneliktir. Anlatılmak istenen “koşulsuz kendini kabulün teslimiyeti teşvik etmek yerine, yapıcı değişimi desteklediği”dir. 1950 doğumlu Dr. Windy Dryden, 25 yıldan fazla psikoterapist olarak çalışmış, 120’den fazla kitabın yazarlığını ve danışmanlığını yapmış bir uzmandır. Düşüncelerini dikkate almakta fayda var.

Emre Türker

Üç Maymun (2008)

Uluslararası Adı: Three Monkeys
Tür: Dram
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan
Süre: 109 dakika
Oyuncular: Yavuz Bingöl, Hatice Aslan, Rıfat Sungar, Ercan Kesal, Cafer Köse, Gürkan Aydın
Seçimlere hazırlanan işadamı İsmail (Rıfat Sungar), gece vakti otomobiliyle sebep olduğu kaza nedeniyle şoförü Eyüp’ü (Yavuz Bingöl) arayarak kazayı üstlenmesini ister. Bu süre zarfında ailesine bakacak ve hapis sonrası kendisine toplu para verecektir.

Eyüp hapse girince, karısı Hacer (Hatice Aslan) ve oğlu Servet (Ercan Kesal), tren yolu karşısındaki gürültülü evde yalnız kalmaya başlar. Üniversiteyi kazanamayan Servet, yeni iş planı için para arayışına girecek ve annesi Hacer’den yardım isteyecektir. Hacer’in işadamı İsmail’den para istemesi, yasak bir aşkın başlamasına sebep olur. Böylece her birey kendi arayışa girecek, her vicdan kendi içinde yargılanacaktır.

Düşük gelirli bir aile içinde yaşanan dramda; şüphe, görmezlikten gelme ve bir arada kalma şeklinde ortaya çıkan karmaşa, mantık ve ruh yapısı arasında sorgulanıyor. Her sır, bir diğerini örtmek için sebeptir. Düşünceler sırasında ortaya çıkan küçük bir çocuğun görüntüleri, saflığın temsilcisi olabilir. Cep telefonunun sesi, tedirgin titreşimi ve dramatik melodisi, rahatsız edici duygularla pekiştirilerek filme ayrı bir dramatik hava katmış.

Emre Türker

Picture: filmafis

15 Haziran 2010

Waitress (2007)

Türkçe Adı: Garson Kız
Tür: Dram / Romantik / Komedi
Yönetmen: Adrienne Shelly
Süre: 108 dakika
Oyuncular: Keri Russell, Nathan Fillion, Cheryl Hines, Jeremy Sisto, Andy Griffith, Adrienne Shelly, Eddie Jemison, Lew Temple, Darby Stanchfield, Heidi Sulzman, Lauri Johnson, Sarah Hunley, Cindy Drummond, Nathan Dean, Caroline Fogarty
Yaşadığı kasabada uzun süredir garsonluk yapan Jenna Hunterson (Keri Russell), kendisine uyguladığı hamilelik testinde pozitif sonuç alır. İlgisiz ve dengesiz kocası Earl’den (Jeremy Sisto) kaçma planları yapan Jenna için bu hiç de iyi değildir. Durumu ilk olarak servisteki diğer kızlar Becky (Cheryl Hines) ve Dawn’la (Adrienne Shelly) paylaşır.

Jenna, içindeki fırtınaları turta hazırlayarak dindirmektedir. Gerek öfkesini, gerek mutluluğunu, gerekse acılarını, hazırladığı ve isimlendirdiği bu özel turtalarına yansıtmaktadır. Onun amacı, Jonesville’de düzenlenen büyük turta yarışmasına katılmak ve büyük ödülü kazanıp kendi yolunu çizebilmektir. Planları arasında aşka hiç yer yokken, kasaba doktorunun değişmesi ve yerine genç doktor Jim’in (Nathan Fillion) gelmesi, davetsiz bir aşkın hikayesini ortaya çıkaracaktır.

Trajikomik bir hikâye olan Waitress, depresif bir kadının yaşadığı iç bunalımları anlatıyor. Sevilmeyen ve nefret edilen bir koca, istenmeyen hamilelik, yasak ve imkânsız aşklar, sahte duygular ve paylaşılamayan sırlar. Acaba hayat, turtalar kadar tatlı, yoksa malzemeler kadar karmaşık mı? Dram ağırlıklı bu psikolojik yapımın pek hareketli geçtiği söylenemez. Fakat psikolojiyle ilgilenenler için doğru bir film seçimi olacaktır.

Emre Türker

Picture: impawards

14 Haziran 2010

Planet 51 (2009)

Türkçe Adı: Gezegen 51
Tür: Animasyon / Komedi / Aile / Fantastik / Bilim-Kurgu
Yönetmen: Jorge Blanco
Süre: 91 dakika
Dünyadan milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki bir gezegende, uzay araştırmalarıyla ilgili Glipford Gözlem Evi’nde yaptığı sunum sayesinde Lem, yönetici asistanı olarak işe girer. Görevden hemen sonra, ilgili olduğu bilim-kurgu türlerinden koparak, gezegendeki diğer yaşamların hikâye olduğunu söyleyecek ve gerçeklerle ilgili bilimsel çalışmalar yapacağını arkadaşlarına duyuracaktır. Yeni görevinden aldığı cesaretle birlikte evinin yolunu tutarak, çocukluk aşkı Neera’ya duygularını açıklama kararı alır.

Tüm bunlar olup biterken, evinin bahçesine bir uzay gemisi iner. Gemiden çıkan insan, gezegende yaşam olmadığını düşünen bir insandır. Fakat başka canlıların orada yaşadığını gördükten sonra panik yaşar. Gerçekte, her iki canlı türü de birbirini uzaylı olarak görmektedir. Seyredilen bilim-kurgu filmlerinin etkisiyle birlikte halkta panik başlar. Herkes uzaylı insanın yok olması gerektiğini düşünürken Lem, odasına saklanan astronot kaptan Charles T. Baker’la iletişim kurarak, onu korumaya çalışacaktır. Her ne pahasına olursa olsun…

Uzaylı kavramına bakış açısı, farklı şekilde sorgulanmış. Gösterime girmiş ilk uzay filmlerine alternatif olarak, son yıllarda birçok farklı düşünce içeren yapımlar çıkıyor. Planet 51, gezegende kimin canavar olduğu düşüncesini sorgularken, içeriğinde Amerikan vatandaşlığı ve İngilizcenin yaygınlıkta üstünlüğüne yer veriyor. Mesela, uzayda bile İngilizce konuşuluyor. Ayrıca insan olarak temsili bir Amerikalı astronot barış elçisi şeklinde yansıtılıyor ve savaşları engellediğini izleyiciye kanıtlama çabasına giriyor. 4. güç sayılan Medyanın gücünü ve reklâmın gerekliliğini, izlenimlerden fark edebilirsiniz.

Emre Türker

Picture: impawards

10 Haziran 2010

Percy Jackson & the Olympians: The Lightning Thief (2010)

Türkçe Adı: Percy Jackson & Olimposlular: Şimşek Hırsızı
Tür: Macera / Fantastik
Yönetmen: Chris Columbus
Süre: 118 dakika
Oyuncular: Logan Lerman, Brandon T. Jackson, Alexandra Daddario, Jake Abel, Sean Bean, Pierce Brosnan, Steve Coogan, Rosario Dawson, Melina Kanakaredes, Catherine Keener, Kevin McKidd, Joe Pantoliano, Uma Thurman, Maria Olsen, Julian Richings
Olimpos’da bulunan 12 tanrı vardır. Babaları Cronus'u tahtan indirerek elde ettikleri güçlerden sonra üç büyük kardeş Zeus (şimşek ve gök gürültülerinin tanrısı), Poseidon (denizlerin tanrısı) ve Hades (ölülere hükmeden yeraltı tanrısı), birbirlerine düşman olur. Zeus (Sean Bean), şimşeğinin çalınması sonrası kardeşi Poseidon’la (Kevin McKidd) bir araya gelir. Çünkü Zeus, hırsızın Poseidon’un oğlu Percy olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle şimşeğin geri gelmesi için Zeus kardeşine 14 gün süre verecek, yoksa savaş ilan edecektir.

Ayyaş ve dengesiz üvey babası Gabe (Joe Pantoliano) ve annesi Sally’le (Catherine Keener) birlikte yaşayan Percy Jackson (Logan Lerman), ADD (dikkat bozukluğu) ve disleksi (öğrenme bozukluğu) problemleriyle başa çıkmaya çalışmaktadır. Fakat hastalıklı görünen bu bulgular, aslında kendisinin fark etmediği ama üstün olduğu ayrıntılardır. Tarih müzesinde bay Brunner’in (Pierce Brosnan) anlattıkları, yunan mitolojisindeki ayrıntılar hakkında kısa bilgi içermektedir. Örneğin Demigod, tanrıların insanlarla bağlantıları sonucu doğmuş yarı insan, yarı tanrı varlıklara verilen isimdir. Müzede geçici İngilizce öğretmeninin canavara dönüşerek saldırıya geçmesiyle birlikte Percy, aslında kendisinin bir Demigod olduğunu öğrenir. Yakın arkadaşı yürüme özürlü görünen Grover’ın (Brandon T. Jackson) bir Satyr (yarı insan, yarı keçi) olduğu ve onu korumak için çalıştığı, yine bu karmaşa sırasında ortaya çıkacaktır.

Kendisi ve benzerlerinin bulunduğu bir boyuta gizli kapıdan geçen Percy Jackson, küçük bir eğitim sonrasında Demigod olduğuna daha fazla inanır. Ayrıca Tanrı Athena’nın (akıl, sanat, strateji, barış tanrıçası) kızı Annabeth’le (Alexandra Daddario) tanışması, yeni bir yakınlaşmanın başlangıcı olur. Bu sırada kendilerine uyarı amaçlı saldıran Hades’ten (Steve Coogan), annesinin yaşadığını ve yeraltı dünyasında tutsak edildiğini öğrenen Percy, onu kurtarmak için harekete geçer. Bu zorlu yolda Annabeth ve Grover, Percy’le birlikte olacak ve olası savaşı engellemek için şimşeği arayacaklardır.

Film, görselliği bakımından fantastik severlerin ilgisi çekse de, çocukların fazlaca rol alması nedeniyle, izleyicilerin genel yaş ortalaması hakkında farklı düşünmesine yol açabilir. Görsellik ve işleyiş bakımında oldukça çaba harcanmış filmdeki mitolojik ayrıntılar, anlam bakımından izleyiciyi zorlayabilir. Fakat mitolojik boyutuyla ilgilenmiyorsanız bile, seyir açısından bu pek de rahatsız edici olmayacaktır. Ayrıntılara dikkat edilecek olursa, Amerikan vatandaşlığının belli kıstaslarda vurgulanan üstünlüğü içeriğe dahil edilmiş, her zamanki gibi kahramanlar yine Amerikadan çıkmıştır. Tanrı kavramına yüklenen kaygı, aşk, çaresizlik, anlaşmazlık gibi duygusal verilerle birlikte, mitolojide var olan çoğulcu Tanrısal düşünce, birçok izleyiciyi rahatsız edebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

When in Rome (2010)

Türkçe Adı: Aşk Çeşmesi
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Mark Steven Johnson
Süre: 91 dakika
Oyuncular: Kristen Bell, Josh Duhamel, Anjelica Huston, Will Arnett, Jon Heder, Dax Shepard, Alexis Dziena, Kate Micucci, Peggy Lipton, Luca Calvani, Keir O'Donnell, Bobby Moynihan, Kristen Schaal, Judith Malina, Lee Pace, Natalie Joy Johnson, Brian Golub
Sanat galerisinde yönetici olan Beth (Kristen Bell), kız kardeşi Joan’un (Alexis Dziena) düğünü için Roma’ya gider. Düğün sırasında tanıştığı sakar Nick’e “Nicholas” (Josh Duhamel) aşık olur. Fakat Nick’in düğün çıkışı başka bir kızla gitmesi yüzünden, ünlü Aşk Çeşmesi’nin önünde sarhoş olana kadar içer. Sarhoşluğun etkisiyle dilek havuzundan birkaç parayı alınca da, aşkın büyüsü ortaya çıkar. Paraların sahibi 5 kişi, Beth’e çılgınca aşık olur. Üstelik bu 5 kişi arasında, Nick de yerini alacaktır.

Uçuk-kaçık, romantikten çok komediye eğilimli olan “When in Rome”, vakit geçirmek için izlenebilir. Mantıklı ortam veya sağlıklı bir romantik hava bulmak isteyenlere belirtilecek şey ise, “When in Rome” size aradığınızı vermeyebilir.

Emre Türker

Picture: impawards

09 Haziran 2010

İSMEK 13. Genel Sergi Ve Festivali

İSMEK tarafından 13. sü düzenlenen festival sergisinde, birçok el emeği ürünü görebilirsiniz. 2010 yılı, 8-20 Haziran tarihleri arasında açık kalacak ve Feshane Kültür Merkezi’nde gözler önüne serilen bu büyük çalışma, yoğun ilgi görüyor. Gazetecilik bölümüne uğrarsanız, Yayın Yönetmeni/Editör Recep Yeter'in fikrinden ortaya çıkmış "Bizim Hikayelerimiz" adlı sergide, tarafımdan yazılmış “Sür Bisikletini Geçmişe” adlı çalışmamı görebilirsiniz. Daha önce bu fotoğrafı, küçük bir yazıyla “Bilinçsiz Duygu Sömürüleri ve Mutlulukta Saflık” başlığı altında yayınlamıştım.

Emre Türker

Fotoğraf yazısı ise şöyle;

Dinle Küçük Adam

Yazar: Wilhelm Reich
Çeviren: Zekeriya Tiğrek
Sayfa Sayısı: 118
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Öteki

Karşısına aldığı Küçük Adam’ı eleştiren ve ardından yükselen bir çığlığın kelimelere dökülmüş hali olarak görülebilecek “Dinle Küçük Adam”, Wilhelm Reich’in psikiyatrist ve psikanalist kimliği nedeniyle, psikoloji alanında değerlendirilmektedir. Kitabı okudukça, ekonomi ve toplumsal yönlendirmeler, politika gibi kavramların kişilik üzerindeki etkilerini bulacak, konunun sosyolojik ve siyasi yönünü fark edeceksiniz.

Wilhelm Reich’in adının bile önüne geçecek kadar popülerleşmiş bu kitap, pek çokların aradığını bulabileceği bir yapıt değil. Çünkü anlatım tarzı bakımından yazar, okuyucusunu adeta aşağılayan, her fırsatta ne yapmasını gerektiği konusunda empati yerine şiddet kullanan, fakat şiddeti özünde savunmayan bir metot izliyor. Kitabın ne amaçla seslendiği, yönlendirmeleri ve anlatmak istediklerini anlamak için, biraz tarihi ve kültürel bilgiye sahip olmak gerekiyor. Düşünceler ve kişisel isimleri içeren seslenmeler okundukça, kitabın anlam bakımından hiç de kolay olmadığı daha iyi anlaşılacaktır.

Baştan sona küçük adamın ne yapması gerektiğini bildiren yönlendirmeler ve daha önce yaşanan hatalar konusundaki eleştirilerde yazar; dinler arası katılık, cinsellik ve cinsel açlık, politika, kapitalizm, evrim süreci, düzende normal kabul edilenler, normallik sürecinin toplumsal normda değerlendirilmesi, anarşist duygular, karşı tavırlar, uyanış, gerçeği görmezden gelip medyanın dayattığı ve/veya gösterdiği bilgileri kabullendirme gibi kavramların açılımına her fırsatta yer vermiş. Yazarın Sigmund Freud’un öğrencisi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Çünkü psikanaliz yöntemi içeriğindeki şiddet ve cinselliğin, kişiliği ve bireyin toplumdaki yapısını ne derece etkilediğini, cümlelerinde adeta kanıtlamaya çalışıyor. Nazi döneminde Almanya’da bulunan Wilhelm’in Nazi’lere karşı sert çıkışları, dikkat çekicidir. Pek çok yayınevinden farklı çeviri ve baskılarda çıkan “Dinle Küçük Adam”, psikolojik eserleri huzur beklentisiyle tercih eden okuyuculara hitap etmemektedir.

Emre Türker

08 Haziran 2010

Dışarısı Çok Soğuk, İçerisi Mi Beni Isıtan?

Olmayan bir soğuk hava dalgasıyla üşümek, hiçbir ısıtıcı etkiye sahip olmayan bir sıcaklıkla gevşemek. Hayat sürprizlerle dolu. Bu sürprizin içindeki “giz”in ne olduğu ise sana bağlı…
Kapının önüne çıktığında, sesler kulağında çınlamaya başladı. Araba gürültüleri ve birbiri ardına çalınan korna sesleri, her biri farklı yönlerde koşan insan kalabalığı, yüksek topukların kaldırma vurduğunda çıkardığı ses, aşk nedeniyle tükenen duygular, umutsuz bekleyişler, ağlamalar, sızlamalar…

Eve dönerken sesler kesilmeye başladı. Bir bebek, annesinin iteleyerek sürdüğü bebek arabasından ona el sallıyordu. Aklından geçen, evine gidip koltuğuna yayılarak televizyon seyretmekti. Beklentilerden ve beklenenlerden uzak, ağrısız, sızısız, sanrısız, acısız…

Klasik koşullu çalışma ortamları düşünüldüğünde, Pazartesi sendromlarıyla, Cuma günü huzurunu da yazı aralarına serpiştirilebilir. Öğle yemeğinde huzurlu bir sohbetle, kahve içerken gerilimli geçen bir toplantıyı da ekleyebiliriz.

Her zaman, istediğin ve amaç edindiğin noktalara ulaşmak için bilincini yönlenmen istenir. Üstelik bu doğrudur. Ne kadar kendini önce keşfettiğin veya ne kadar kendini geç anladığın, keşfetmekten uzaklaşıp sorularla dolu bulmacalara daldığın, hayata damga vuran dönemeçlerde o kadar etkili olacaktır. Hayat bir şekilde yaşanır. Bazı şeyler zorunlu, bazı şeyler isteyerek, bazı şeyler bitmesin dile dua edilerek geçer. Zaman asla durdurulamayacak bir kavram. Öyleyse, hareket noktası nasıl belirlenebilir?

Her gün aynı gün. Günlere değer katan biziz. Sabah evden çıkarken, akşam eve giderken, evde otururken veya yatakta uyumayı beklerken, aklımızı yönlendiren dış etkenler mutlak etkili olsa da, durumu kontrol eden yine biziz. Önemli olan kendini fark edebilmek. Durumunun farkına varabilirsen, kontrol mekanizman o kadar iyi işleyecek, o kadar doğru hareket edeceksin. Kimi zaman çözümü doğru sorularla bulurken, kimi zaman nasıl bir yardım gerektiğini keşfedeceksin. Zaten bütün mesele de, durumun farkında olabilmektir. Gerisi ince ayrıntılar…

Emre Türker

Picture: deviantart

07 Haziran 2010

The Collector (2009)

Türkçe Adı: Koleksiyoncu
Tür: Marcus Dunstan
Yönetmen: Gerilim / Korku
Oyuncular: Josh Stewart, Michael Reilly Burke, Andrea Roth, Juan Fernández, Karley Scott Collins, Daniella Alonso, Haley Pullos, William Prael, Diane Ayala Goldner, Alex Feldman, Madeline Zima, Robert Wisdom, Patrick Rizzotti, Jayme Suzonne Riser, Krystal Mayo
Varlıklı bir ailenin yeni taşındıkları evdeki güvenlik sistemleri ve birtakım onarım işleriyle ilgilenen Arkin (Josh Stewart), eşi Lisa’nın (Daniella Alonso) tefecilere olan borcu nedeniyle para arayışına girer. Zengin Chase ailesinin tatile gideceğinden haberdar olan Arkin, o gece evde bir soygun planlar. Gece geç vakitlerde maskesini takıp içeriye girdiğinde, başta her şey normal gibi görünmektedir. Fakat sonradan içeride bir başka ses daha duyulur. Evdeki diğer maskeli kişi, bütün aileyi esir alarak etrafı tuzaklarla donatmış bir psikopattır. Kişilik olarak özünde iyi niyetli Arkin, ya kasayı soyup hiçbir şey olmamış gibi gizlice dışarıya çıkacak, ya da aileyi kurtarmak için elinden geleni yapacaktır.

Klasik vahşet içerikli bu film, rahatsız edici görüntülere sahip. Çocuklara izletilmemesi daha doğru olacaktır. Katil, muhtemel bir antisosyal kişilik gibi görünüyor. Konunun gidişatı, serinin devamına işaret ediyor.

Emre Türker

Picture: impawards

04 Haziran 2010

The Cove (2009)

Türkçe Adı: Koy
Tür: Belgesel
Yönetmen: Louie Psihoyos
Süre: 92 dakika
Oyuncular: Joe Chisholm, Mandy-Rae Cruikshank, Charles Hambleton, Simon Hutchins, Kirk Krack, Isabel Lucas, Richard O'Barry, Hayden Panettiere, Roger Payne, John Potter, Louie Psihoyos, Dave Rastovich, Paul Watson
Japonya Taiji kasabası, yunusların dünyaya ihraç edildiği bir yer. Taiji, dışarıdan bakıldığında deniz memelilerine dost görünüyor. Fakat hiçbir şey göründüğü gibi değil…

Ric O'Barry, neredeyse dünya çapında ün yapmış yunus Flipper’ın eğitmeni. O yıllar yok denecek kadar küçük görünen bu sektörün büyümesi için 10 yılını vermiş ama olayları takiben gördükleri ve yaşadıkları karşısında, sektörü bitirmek uğruna 35 yıldır canla başla çalışıyor. Çünkü her yıl 23.000 yunus ve domuz balığı, devlet desteğiyle katlediliyor ve bunu çok fazla bilen yok. Bilim adamlarının araştırmalarına göre o kadar çok deniz canlısı avlanıyor ki, belki 40 yıla kadar birçoğunu kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacağız.

Yunusları sürekli gülerken görüyoruz. İnsanlara yaklaşıp neşeli hareketler yapıyorlar. Fakat bazı şeyler görünürde yanıltıcı olabiliyor. Çünkü bu deniz memelileri, kapalı alanlardan hoşlanmıyor. Ric O'Barry, eğittiği yunus Flipper’ın kollarında intiharına tanık olmuş ve o andan sonra tutsak yunusları serbest bırakabilmek için eylemlere başlamış. Anlattığına göre, gösteri dünyasındaki yunuslara düzenli aralıklarla ilaç veriliyor. Çünkü insan sesleri ve kapalı alanlardaki stres nedeniyle çoğu ülsere yakalanıyor. Ric O'Barry’nin de yapmak istediği, dünyanın dikkatini Taiji başta olmak üzere katliama dikkat çekmek.

The Cove, yunusların yardım çığlıklarını ve son çırpınışlarını gözler önüne seriyor. Hayden Panettiere ve Isabel Lucas gibi ünlüler, katliama karşı protestocuların arasında yer alıyor. Ric O'Barry ise, şimdiye kadar yaptığı yanlışların bedelini ödemek üzere, deniz memelileri ve özellikle yunusların huzurunu sağlamak için kararlı biçimde çalışıyor. Balık pazarında balina eti olarak satılan yunus etinin, civa zehirlenmesi dahil birçok hastalığa neden olduğu ispatlarıyla kanıtlanıyor. Gönüllü dev ekibi sayesinde öyle başarılı bir çalışma yapılmış ki, 2010 yılında The Cove, En İyi Belgesel Film dalında Oscar Ödülü kazanıp dünyanın dikkatini çekmeyi başarmış. Araştırmacıların ısrarlı takipleri, kışkırtılmalara karşı ayakta durma mücadeleleri, yürek burkan hikâyeleri ve inanılmaz etkileyici görüntüleriyle, belgesel gerçekten harika hazırlanmış. Yönetmenliğini Louie Psihoyos’un, senaristliğini de Mark Monroe’nun üstlendiği The Cove’un yapımcıları, Paula DuPré Pesmen ve Fisher Stevens. Filmin başyapımcısı Jim Clark ve ortak yapımcısı da Olivia Ahnemann. Eğer belgesele ilgi duyuyorsanız, mutlaka izleyin.

Emre Türker

Picture: impawards

03 Haziran 2010

Moral Bozukluğu Yaşansa Bile!

Eğer bir yeri temsil ediyorsanız, kişisel ve anlık moral yapınızın karşı tarafa yansıtılması istenmez. Çünkü siz, çalıştığınız yeri temsil ediyor olursunuz. Acaba durum bu kadar basit mi?
 
Hayatta uğraşılması en zor canlı, insandır. Çünkü insan, yapısı itibariyle bir şeylere sahip olmayı sever. Eğer istediği olmazsa, tepki gösterir. Durumuyla yetinmek istemez. Öyle ki, teknoloji çağında yetinmeci tavır, çoğu zaman pasif olarak nitelendirilmektedir.

Müşteri — Allah belanızı versin.
Temsilci — Ahmet Bey, lütfen sakin olun. (Genelde örneklerin başrol yıldızı Ahmet bey’dir. Cevaplar içinde “beyefendi” de geçer ama firma sizin müşteriye ismiyle hitap etmenizi ister.)
Müşteri — Niye sakin olacakmışım. Şerefsizin tekisiniz.
Temsilci — Ne şerefsizliliğimi gördünüz?
Müşteri — Sana mı söylüyorum kardeşim, sen temsilci değil misin?

Bu diyalog, güya bilinçli bir toplumda yaşayan bilinçli insanların, fazlaca tercih ettiği konuşma şeklidir. Öyle ya, temsilci profesyonel olacak. Peki müşteri profesyonel mi? Müşterisine yardımcı olmak için var olan bir personel, müşterinin kendisine hakaret ederek rahatlaması için mi oradadır, yoksa yardımcı olmak için mi? Direk bağırarak olaylara yaklaşmak, çözümde ne derece etkilidir? Görevli sonuçta ruhu olan bir insan mı, yoksa tenekeden imal edilmiş bir robot mudur?

Müşteri — Bana nasıl yardımcı olabilirsiniz?
Temsilci — Kusura bakmayın yardımcı olamam.
Müşteri — O ne demek öyle ya?
Temsilci — İşine geliyorsa kardeşim.

Tabiki 2. diyalog gerçek ve doğru değil! Fakat dayanma sınırında gezinen, desteklenmeyen ve yardım eli uzatılmayan birçok insanın hayalinden, bu sözleri söylemek geçer. Hatta istifa durumları öncesi, genel olarak rahatlamak için son bir kez bu yapılır ve işten ayrılma gerçekleşir. Şimdi bu durumda temsilciyi çöpe atmak, her şeyi çözer mi?

Gerçek anlamda durum daha da ciddidir. Temsilci veya müşteriyle ilgilenen herhangi birinin psikolojik durumu, konunun o anki gelişiminden daha önemlidir. Maskelerle dolaştırmak (kişinin ruh hali bozukken, gülümseyerek mutluymuş havası vermek), çalışanın kontrolü açısından sadece geçici çözümlerde etkilidir. Kalıcı etki için farklı yol izlenmelidir. Yoksa “moral durumunu müşteriye yansıtma” sözleriyle sorunu kestirip atmak doğru değil. Personel isyan konumuna gelmeden veya sıkıntılı anında fark edilip, değer anlamında fikir paylaşması istenmesi, olumlu sonuç verecektir. Davranış ve ruh yapıları o kadar dar kalıplarla ifade edilir oldu ki, uzman psikologların önemli vaka gördükleri durumlar, profesyonel geçinen yönetim ekipleri tarafından, kişisel gelişim cümleleriyle geçiştirilmeye başlandı. Kişisel gelişimin, insanın ruh yapısında önemli yeri olduğunu düşünsem de, her durum o kadar basite indirgenemez.

Aslında firmalar, “müşteri her zaman haklıdır” yapısı kadar, çalışanın mutluluğunu da düşünmeli ve çalışanların da dış etkide çok önem arz eden bir müşteri olduğunu unutulmamalıdır.

Profesyonellik ile insanlık arasında ince bir çizgi vardır. Bir firmada sadece müşteriye dokunan yüzler değil, bütünün parçası olarak tüm birimlerin yapısal şekli önemlidir. Bugün yüz yüze kanallardaki birçok personelin psikolojik yapısındaki bozukluk, yönetim şeklinin insafsızlığından ve anlayışsızlığından kaynaklanıyor. Oysa çalışanını kazanmak isteyen ve personelinin mutluluğu için çabalayanlar, çok daha hızlı ve emin adımlarla büyümektedir.

Emre Türker

Picture: flickr

Osmanlı Cumhuriyeti (2008)

Tür: Komedi / Dram
Yönetmen: Gani Müjde
Süre: 100 dakika
Oyuncular: Ata Demirer, Vildan Atasever, Ruhsar Öcal, Ali Düşenkalkar, Sümer Tilmaç, Kerem Kupacı, Belma Canciğer, Ziya Durukan, Hakan Vanlı, Yusuf Atala, Ahmet Çevik, Alp Öyken, Ceyhun Yılmaz, Sezen Aksu
1888 yılı Selanik’te bir çocuk, asılı duran kafesteki kuşu almak için çıktığı ağaçtan düşerek yaşamını yitirmiştir. 2008 yılı İstanbul’da Osmanlı padişahı 7. Osman (Ata Demirer), işgal devletlerinin kuklası durumuna gelmiş, halkın arasında güvenilirliğini yitirmiş, teknolojinin ilerlediği çağdaş dünyada geri kalmış ve gelişmelerden bihaber bir padişahtır. Fakat kendisi bu durumdan hiç de hoşnut değildir. Padişahın oyuncak olduğu bu sistem, karanlık bir çukurdan ibarettir. Ülkenin askeri dengesini Amerikalılar sağlarken, toprak sahipliğini ise Avrupalılar ele almıştır. Osmanlıda bağımsızlık mücadelesi veren bir grup direnişçi, işgalden kurtulmak için milli birliği halk arasında uyandırmaya çalışır. Ya Osmanlı kendi cumhuriyetini kuracak, ya da ilelebet yol olacaktır.

7. Osman, sarayın eskiyen süslemelerini onaran Sanayi-i Nefise Mektebi öğrencilerinden Asude’yi (Vildan Atasever) görünce, çok etkilenir. Gösteriş düşkünü Saliha Sultan’la (Ruhsar Öcal) gerçek aşkı yaşayamayan 7. Osman, aradığını Asude’yle bulmaya çalışacaktır.

“Atatürk Olmasaydı!” konu başlığı üzerine düşünülerek canlandırılmış bir kara mizah olan “Osmanlı Cumhuriyeti”, ülkenin bölünmez bütünlüğü ve milletin birlik-beraberlik bilincini izleyicisine yeniden hatırlatmayı hedeflerken, günümüzdeki soğuk savaşlarla başlamış sanayi toplumlarının dünyaya farklı bir şekilde hükmetmesi durumuna da ince esprilerle göndermeler yapıyor. Farklı bir çalışma…

Emre Türker

Picture: moviegoods

02 Haziran 2010

Yahşi Batı (2010)

Tür: Komedi / Kovboy
Yönetmen: Ömer Faruk Sorak
Süre: 119 dakika
Oyuncular: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Demet Evgar, Zafer Alagöz, Özkan Uğur, Cansu Dere, Bünyamin Durgut, Istar Göksever, Graham Hoadly, Yılmaz Koksal, Muhittin Korkmaz, Mehmet Polat, Demet Tuncer, Süleyman Turan, Tevfik Yapıcı
Antik eşyalar satan Zeki (Cem Yılmaz), alıcı Vedat’a (Zafer Alagöz) eski bir kovboy çizmesi satmak ister. 140 yıllık tarihi çizmenin nasıl oraya geldiği sorusu üzerine başlayan hikâye, Osmanlı Sultanın (1800’lü yıllar, Abdülaziz dönemi), teşkilattan Aziz Vefa (Cem Yılmaz ) ve hazineden memur Lemi Galip’i (Ozan Güven), dönemin Amerikan başkanına hediye olarak elmas göndermesiyle devam eder. Amerika’daki yolculukları sırasında bindikleri atlı araba, önce haydutlar, sonra da Kızılderililer tarafından soyulacak, bu soygunda elmas haydutların eline geçecektir. Aziz ve Lemi, beş parasız kalmalarının ardından önce hayatta tutunmanın, sonra da elması ele geçirerek görevi tamamlamanın çaresini arayacaklar, fakat bu yol uzun ve zorlu olacaktır.

Cem Yılmaz’ın bilindik tavırlarını sergilediği filmde, oluşturan vahşi batı seti oldukça başarılıydı. Türk insanının yapısı ve kültürüyle ilgili yaşam tarzını çok iyi analiz edebilen Cem Yılmaz, bu malzemelerden espri çıkarmayı iyi biliyor. Argonun Türk insanının hayatında çokça yer etmesi nedeniyle, mizahında herhangi bir kesinti yapmadan dili kullanması, izleyici kitlesini daime ikiye bölmüştür. Sonuçta emek verilmiş bir yapım…

Emre Türker

Picture: impawards