31 Temmuz 2012

Mahallenin En Mutlu Yumurcağı

Yazar: Dr. Harvey Karp
Sayfa Sayısı: 396
Kitap Boyutu: 13,5 x 21
Yayınevi: Yakamoz Yayıncılık

Dr. Harvey Karp’ın Temmuz 2010’da doktorun ülkemizde seminer vermesi ve bu doğrultuda basın duyurularıyla birlikte, kitap satışlarında patlama yaşandı. Kitap da zaten o yıl yayına hazırlandı. Hollywood ünlülerinin bebek yetiştirmek için danıştıkları bir uzman olunca, “herhalde mükemmeldir” düşüncesi, sanırım tüm annelerin kitaba saldırmasının temel sebebi olmuştur.

Kitabın içeriğine geçecek olursak: Farklı. Fakat bu farklılık, şahsen benim onayladığım bir farklılığa işaret etmiyor. Bebeklerin 12-18 aylıkları için Şempanze, 18-24 aylıklar için Neandertal, 24-36 aylık için mağara çocuğu ve 36-48 aylık için de yetenekli köylü (tarih öncesi devirlerdeki) benzetmeleri, farklı görünmenin ayrı bir bakış açısı. Bilimsel açıdan benzetmeler ve çocuğun hareketleri ile maymunların kıyaslanması, bebeğinin mutluluk bulması için annelerin işine ne kadar yarar? Kitaptaki bilgiler oldukça hoş, dikkat çekici ve önemli. Sonuçta bu konuda yıllarını vermiş bir uzman. Fakat bilgiler çok dağınık. Ne yapılabilir? Başucunda tuttuğunuz bir kitap olarak saklanabilir ve çözüm aradığınızda kaynak olarak maddelerinden faydalanılabilir.

Bilgilerin işe yaramaz olduğunu söylemiyorum. Fakat fayda sağlamak için tercih edilen kitapları arayan annelere, kitaplar üzerine derinlemesine araştırmalar yapmaya çalışan biri olarak, dönemsel yayınları öneriyorum. Mahallenin En Mutlu Yumurcağı, geniş bir yaş aralığı, yani ortalama 0-4 yaş aralığını kapsayan bir zaman dilimi. Anlatılanlar ancak size hikâye gibi gelecektir. Bu doğrultuda okunacaksa, eğlenceli de olacaktır. Fakat aradığınız faydaysa, dönemsel yayınlar, belli konuda uzmanlaşmış kitaplar, mutlak anlamda daha iyi olacaktır.

Sonuç olarak kitap için ilginç yorumu yapabilirim. Fakat gerekli mi, orası tartışılır.

Emre Türker

30 Temmuz 2012

Neden Ben?

Hayatımızın hangi döneminde bu isyanı içten içe yaşamadık ki? Yıllar geçtikçe, sadece bu soruyu kendimizi daha mantıklı konularda sorduğumuzu söyleyebilirim. Gençlik çağlarımızda “neden ben?” sorusu, “neden ben yakışıklı değilim, neden güzel değilim, neden babamın arabası ve iyi bir işi yok, neden kız arkadaşım olmuyor” gibi anlık patlamalar şeklinde geliyor ve yıllar geçtikçe tatlı-komik hatıralara dönüşüyor.

Yıllar geçtikçe, “neden ben?” sorusu değişim gösteriyor. Artık mantık devreye giriyor. Uçarı hareketler yerine, geçim derdi, yaşam arzusu, gelecek kaygısı, ölüm korkusu gibi derin mevzular zihnimizi kurcalıyor. “Neden beni işe almıyorlar, neden o okulda okumadım, neden o benden fazla kazanıyor, neden terfi edemiyorum, neden ev alamıyorum, neden eşim beni sevmiyor, neden bu hastalığa yakalandım, neden?” gibi sorular, artık çözüm bulunması gereken ciddi problemlere dönüşüyor. Psikologlar gençlik yıllarında rotayı düzeltmeyi sağlayabilirken, artık bir ekonomist, uzman, sağlam tanıdıklar, akranlar ve dostlar da destek olarak gereklilik gösteriyor.

Ebeveynler için çocuk olduktan sonra daha farklı, iç gıcıklayan “neden ben?” soruları geliyor. “Neden benim çocuğum içine kapanık, neden konuşmuyor, neden çocuğum bana uzak, neden beni sevmiyor, neden o hasta, neden ben, neden?” soruları, anne ve babalar için oldukça yorucu.

Hayatın nedenleri hiç bitmez. Yaşanması gerekenler vardır ve biz bir şekilde onları yaşarız. Yani o sorular sorulsa da, kendimizi suçlasak da, geçmişe dönmek istesek de, hiç yaşamamış olmayı dilesek de, artık buradayız. Çözüm bir yerlerde saklı. Birileri “hadi artık gül biraz, gülmek için şuraya git, pozitif ol, oyna zıpla boşver takma” gibi sözler, sizin için komik gelebilir. Her tavsiye size uymak zorunda da değil. Hayat sizin hayatınız ve karar sizin kararınız.

Sanırım önce “neden ben?” soruları sonunda, çözüm için boşluğa dalmak yerine, bir an önce kendimizi silkelemek gerekiyor. Dut ağacını silkelerseniz, meyveleri aşağıya doğru yağmur gibi yağar ya! İşte o şekilde silkelenmeli, tüm çıkar ve çıkmazları ortaya dökmelisiniz. Çözüm, karanlıklar içinde ve kapalı kapılar ardında kendini dinlemekle çok fazla sonuç sağlamayacaktır. Kendi kararlarımızı, dostlarımız ve ailemiz ile paylaşılmalı ve sonuca birlikte gitmeliyiz. Herşeyin sonunda, son karar tabiki bizim.

Neden ben?

Çünkü o sensin?
Senin yaşamın.
Senin kararların ya da yaşamın sana sundukları bu.
Acısı da var tatlısı da.
Hadi silkelen artık.
Çünkü yaşanması gereken yarınlar var ve yaşanmak zorunda.

Mutlu yarınlara…

Emre Türker

Picture: flickr1, flickr2

29 Temmuz 2012

Sevgili Kardeşim

Evde tek iken bir sorun yok gibidir, yalnızlıktan başka.
Yeni bir doğum sonrası başlar kıskançlık.
Paylaşmak istemez, seviyor gibi görünür ama içten içe bir nefret beslersiniz içinizde.

Çocukluk yıllarında biraz korumacılık başlar kıskançlık devam etse de. Hani onsuz da olmaz, onla da. Oyunlarda birliktesinizdir. Tatillerde, yemekte, denizde… Fakat yine de, bir farklılık vardır sizi birbirinizden iten. Yeni arkadaş ortamları edindikçe, onu hep bu halkanın dışında bırakırsınız.

Yıllar yılları kovaladıkça, işler değişmeye başlar. Sevgi gittikçe artar. Birçok değerli parçanızı ondan saklarken, şimdi her şeyinizi vermeye hazır olursunuz. Çünkü Yirmili yaşlar bitmiş, yeni dönem başlamıştır hayatınızda.

Ne garip.
Kardeş sevgisi böyledir işte.
Değerini yıllar sonra anlar,
Bir daha asla vazgeçmezsiniz,
gittikçe yalnızlaşan bu garip dünyada.

Emre Türker

Picture: flickr

28 Temmuz 2012

Hızlı Okuma ve Anlamı Yapılandırma

Yazar: Prof. Dr. Firdevs Güneş
Sayfa Sayısı: 339
Kitap Boyutu: 16 x 23,5
Yayınevi: Nobel Yayın Dağıtım

Bu konu üzerinde oldukça ayrıntılı araştırmalar yapmış biri olarak, Prof. Dr. Firdevs Güneş’in kitabını beğendiğimi söyleyebilirim. Popüler kitaplar arasında pek ismini bulamadığımız bu kitap, diğerlerine oranla çok daha dikkatle, özenle, ayrıntılandırılarak ve merakınızı cezp edecek ilgili örneklerle süslenmiş. Popüler yayınlardan farklı olarak, daha bilimsel bir yaklaşım görüyoruz. Bu nedenle kimi zaman standart okuyucuyu sıkabilir. Şekil örneklerden çok, şema kullanımları mevcut. Belki de popüler yayınlar arasında bulunmamasının sebebi de budur. Genel olarak basit, resimlendirilmiş, çabuk biten ya da kısa örneklerle geçiştirilmiş kitapları daha fazla tercih ediyoruz.

“Hızlı Okuma ve Anlamı Yapılandırma” kitabı, öylesine okunup geçilecek bir yayın değil. Size belli bir düzen içinde ve toplam 16 bölümde, hızlı okumanız ve anlamı zihninizde yapılandırmanız için çalışmalar sunuyor. İlk iki bölümde, konu hakkında teorik bilgiler verilmiş. Sonraki 6 bölüme kadar, çalışma ortamı ve sağlık konusunda çeşitli bilgilerle birlikte, ilgili örnekler veriliyor. 9. Bölümden itibaren, hızlı okumanın yanında anlamı yapılandırmak için detaylı konulara geçiliyor. Bunlara örnek olarak, “tam okuma, “yerini bulma” ve “seçmeli okuma” bölüm başlıklarını gösterebiliriz.

Prof. Dr. Firdevs Güneş, çocukların eğitiminde hızlı okuma ve anlamı yapılandırma konusunda çalışmalar yapan biri. Bu konu üzerinde “Sınıf Yönetimi”, “Türkçe Öğretim ve Zihinsel Yapılandırma” gibi kitapları da mevcut. Kitabın sayfaları, 1. Baskı hamur kâğıt ve cilt kısmı ise kolay dağılmayan, defalarca okunmaya müsait bir şekilde sağlam.

Kitabın içinde yer alan ve bölüm aralarında çalışmalar için kullanılan konu parçaları, makaleler, gazete haberleri ve yazarın kendine ait çalışmalardan kesitler, ilgi çekici. Örnekler bir test havasında değil de, daha çok merak uyandırıcı parçalar olduğundan, test için hazırlık yaparken zorlanmayacaksınız.

Tony Buzan’ın Hızlı Okuma kitabında, satır aralarında kalem kullanarak kelimeleri izleme yönetiminin daha başarılı olduğu konusundaki tezi, Prof. Dr. Firdevs Güneş için geçerli değil. O, daha çok göz ile izlemenin faydası üzerinde durmakta. Fakat iki yayını da okumuş biri olarak, kalem ile satırları takip etmenin başlarda faydalı olduğunun, hızlı okumaya geçiş sonrası ise artık kalemle takibin kaldırılabileceği kanısındayım.

Yazarın “kaynakça”sını incelediğimizde, kitabın içeriğine uygun, bilimsel ağırlıklı yayınların tercih edildiği bir kapsamlı araştırma dikkat çekiyor. Bu doğrultuda, bilgilerin daha güvenilir olabileceğine kanaat getirebilirsiniz. Sonuç olarak, bu kitaptan pek çok şey alacağınızı söyleyebilirim.

Emre Türker

İlgili konular: Konu başlıklarını tıklayarak, ilgili konuları görüntüleyebilirsiniz.

26 Temmuz 2012

OD

Yazar: İskender Pala
Sayfa Sayısı: 359
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Kapı Yayınları

Eşi Sitare, oğulları İbrahim ve İsmail’le birlikte Ucasar’da yaşayan Yunus, bir gece vakti uçan ateşlerin (ateş topları, gülle) sesleriyle uyanır. Büyük oğlu İbrahim başından yaralanmış ve yardım feryatlarıyla kendinden geçmiştir.

Yunus, Sitare ve İsmail’i alevlerden çıkardıktan sonra, feryatları gittikçe susmaya başlayan İbrahim’i iyileştirmek için Satı Nine’nin yolunu tutar. O anda Çekikgözlüler’in acımasız saldırıları devam etmektedir. Satı Nine’ye varmak üzereyken, bir anda bir ateş topunu bağrında hissedecek ve son gördüğü, atlarını üzerine öfkeyle süren Çekikgözler olacaktır.

Derviş Yunus’un hikâyesi (çilesi), ilim irfan yolunda zenginlik arayan Molla Kasım’ın dilinden okuyucuya anlatılıyor. Molla Kasım, aşık Yunus’u aşk dolu şiirlerinden geç de olsa tanıyacak, cahillik edip yırttığı Yunus’un şiirleri adına bir özür dilercesine, onun hikayesini yaşatmak ve anlatmak için Yunus’un kapısında divane olacaktır. Nitekim kimseyi kapısından çevirmeyen Yunus, istemeyerek de olsa onun bu isteğine hayır diyemeyecek ve hikâye, Yunus ve oğlunun ağzından kelimelere dökülerek meraklılara ve inananlara sunulacak.

Prof. Dr. İskender Pala, edebiyat dalında oldukça saygın bir isim. “OD” isimli romanıyla Yunus’u anlatırken, adeta bir yaşayan biyografiyi sunuyor. O döneme uygun kelimeler şimdiki dile ne kadar yabancı görünse de, konu içinde hiç yabancılık çekmiyor, hatta 1300’lü yılların içinde adeta yaşıyorsunuz. Efsaneleşen yol hikâyesini; gözü yaşlı, duygulu, sonunu merakla bekleyerek ve kitabı tam olarak hissederek okuyacaksınız. Bu romanı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Emre Türker

23 Temmuz 2012

Geçmişe Dönsek, Yine Olur Muydun Benimle?

Aradan yıllar geçmiş. Bir de kendilerine göre dünyalar tatlısı bir bebekleri olmuş. Bilirsiniz, her anne için çocuğu, dünya güzelidir, tartışmasız…

Kadının adı Eylül. Erkeğin ise Ekin.
Çok büyük tesadüflerle, bir ayrılıp bir barışmışlar yıllar içinde.
Çok büyük sözler vermişler birbirlerine. Birlikte çok şey başaracaklarmış. Belki de bu kadar “çok” kelimesini kullanmamızın sebebi de budur. Hayatta “ilk” leri de birlikte ve çok yaşamışlar.

Sorunlar da birbiri ardına gelmiş. Parasızlık, işsizlik, düşüncesizlik, alkol ikindileri, evden kaçıp gitmeler, “hiç başlamasaydı bu ilişki” sözleri içinde çırpınmalar, vs… Her ailede olduğu gibi, onların da suları kah dalgalanmış, kah durulmuş.

İkisi de düşünmüşler geçmişi. Birçok ilklere rağmen, birbirlerinin ilk aşkları değillermiş. Fakat en derin aşk’ı, birlikte “ilk” yaşamışlar. Acaba ilişkiye ilk başladıkları dönemde, dargınlık ve ayrılık zamanlarında tekrar barışmasalardı ve başkaları ile birlikte olup hayatlarına yeni sayfalarda devam etselerdi, daha mı iyi olurdu? Bu soruyu yöneltmiş dostları.

Demişler ki, “şu an zor geçiniyorsunuz. Halen bir eviniz yok. Kimi zaman kavgalarınız devam ediyor ki sonlarında özürler gelse de. Eeee, bunları geçmişte size bir ekrandan gösterselerdi, yine seçer miydiniz birbirinizi?”

Düşünmeye gerek görmemişler. Çünkü her ne olursa olsun, kader onları birleştirmiş ve birlikte çok şey yaşamışlar. Geçmişin değişmeyeceğinin de farkındalar.

Hayatta birçok şeyin farkında değiliz.
Yaşıyoruz;
ama şikâyet ederek,
ama keşkelerle, ama yakınmalarla, ama…
Değiştireceğimiz şey geçmiş değildir. Biz ancak geçmişten ders alır, geleceğe yön veririz. İşte farkında olmamız gereken şey de budur. İşte bu nedenle Eylül ve Ekin, çoğu şeyin farkındadır. Sevgiyi görmüş, acıyı da tatlıyı da birlikte tatmışlardır hayatın yarım kalmış renkli bardağından. İşte bu nedenle, ilişkilerini test edenlere karşı cevapları hazırmış.

“Hangi hayat, dört dörtlük bir makamda yürür ki?
Geçmişe dönsem, değiştirmeyeceğim tek şey vardır,
o da hayat arkadaşım, aşkımdır.”

Emre Türker


Picture: deviantart

20 Temmuz 2012

Hayatın Tokadı Mı Bu Suratımda Patlayan?

Bebek doğduktan sonra anne, sıkı sıkıya sarılır yavrusuna.
Baba biraz daha hüzünlü, biraz daha şaşkın.
Nitekim o da sevgisini çocuğuna zamanla gösterecek,
zamanla anlayacak, zamanla öğrenecek.
Çünkü gittikçe artan bir babalık güdüsü, dolup taşacak yüreğinden…

Her şey sorunsuz görünür ama kimi zaman sorun gizlice çalar kapıyı derinden.
Çocuk konuşmaz, çocuk işaret etmez, çocuk durgun.
İşitsel bir sorun yoktur ama o annesinin çağırışlarını algılamaz.
Verilen nesne kendisinden istenecek, fakat o tepki vermeyecek.
Kimi zaman salınmalar, boş bakışlar, nöbetler vs. sorunlar başlayacak.

Sonra biri şüphelenecek durumdan.
Doktora gidilecek.
Önce çocuk doktoru,
Sonra nöroloji,
Ve ardında psikiyatri…

Doktor, kendisine bakan aileye biraz endişeli ses tonuyla:
“Çocuğunuzda iletişim sorunu var.” (otizm şüphesi.) diye başlayacak sözlerine…

Yaşanan bazı olaylar, insana öyle bir ders, öyle bir sorumluluk, öyle bir ağırlık, öyle bir karamsarlık yükler ki, tarifi imkânsız…
Daha önce dilenen dileklerin hepsi geçersizdir.
Ufak tefek kırgınlıklar,
“Keşke pembesini alsaydım” diye kırmızısı alınan elbiseye yakınmalar,
Biraz daha büyük evim olsaydı,
Biraz daha param, farklı bir meslek, daha iyi tahsil
Ya da geçmişe dönme arzusu…
Bunların hiçbirisinin değeri kalmayacak.

Artık isteklerlerin yerini sıkıntı,
Sıkıntının ardından kendini ve karşısındakini suçlamalar,
Çaresizlik başlayacak.
Çünkü gerçek tokat, ilk defa hayat tarafından o an atılacak…

Ve silkelenir, kendine gelir insan.
Bakış açısı değişir.
Kalp, mantığın önüne geçer çoğu zaman.
Sevgi, daha bir sıcaktır yüreklerde.
Umut, hep gelecekte bir işaret olarak beklenecektir.
Umutsuzluk, zaten yaşamın sonu demektir.

Yaşam bu kadar boştur işte, sağlık ve sevgi var olmadıktan sonra…
Sağlık bozulduğu zaman, tek ilaç sevgi olarak girer devreye.

Emre Türker


Picture: flickr

09 Temmuz 2012

Daha Fazla = Daha Meşgul, Daha Yoğun

Hayatta hep daha fazlasını ister dururuz. Oysa sözlerimiz “daha fazlası değil, o olsun yeter” klasiğinde hep mülayim bir tavır içindedir.

İstekler aslen hiç bitmez. Kalp istemezse akıl ister, akıl istemezse ruh ister. Beden içinde sıkışan can, o vücuttan çıkmadığı sürece hep ister.

Daha fazla, daha dolu, daha meşgul, daha yoğun demektir. Daha fazlasını isteyen, daha fazla risk alır. Rahat giden yaşamına ekstra getirdiği için, daha rahat getirileri kadar, bazı iç huzurları da beraberinde götürür. Örneğin bir arabanız yokken, belki her yere çabucak gidemezsiniz, belki başkalarına ya da toplu taşımalara ihtiyaç duyarsınız. Fakat büyükşehirde yaşıyorsanız ve araba sahibiyseniz, park sorununuz vardır. Yeni uğraşınız, yeni bakımlarınız ve yeni masraflarınız beraberinde gelir. Üstelik bir süre sonra modeli de yenilemeniz gerekecektir.

Cep telefonları geldiğinde iletişim belki daha rahatladı ama beraberinde daha fazla masraf, daha fazla radyasyon vs. geldi. Siz hayattan daha fazlasını istemekle kalmadınız, hayat da sizden daha fazlasını istedi. Daha azıyla yetinemez duruma geldiniz.

Önce ailenizle yaşamıştınız. Belki yalnız yaşamak için evinizi ayırdınız. Sonra evlendiniz ve sonra çocuklarınız oldu. Yani tek haldeyken, birkaç kişi oldunuz. Tek kişilik düşünceden uzaklaştınız. Sıkıntılarınız, mutluluklarınızı, düşüncelerinizi paylaştınız. Bununla beraber daha fazla masrafınız olmaya başladı. Tek düşünceleriniz, aileniz için sorun olmaya başladı. Eve gidip rahatça uzanamaz duruma geldiniz.

İnsan tek başına yaşayamayan ve istekleri bitmeyen bir canlıdır. Bu nedenle yaşadığınız süre boyunca hep daha fazlasını isteyeceksiniz. Siz istemeseniz bile, hayat size daha fazlasını verecek ve siz de kabulleneceksiniz.

Daha fazlasını isterken, bu fazlalar;
Hayatınızı olumsuz yönden etkilemesin.
Daha fazlalar, daha gerekliler için olsun, israf için değil.
Daha mutlu olmak içi uğraşın, daha mutsuz olmak değil.
Dahalar size hep artılar getirsin, hiç eksiltmesin.
Böylesi daha fazla iyi…

Emre Türker

Picture: deviantart

05 Temmuz 2012

7 Tohumun Sırrı



Yazar: David Fischman
Sayfa Sayısı: 214
Kitap Boyutu: 13,5 x 19,5
Yayınevi: Sistem Yayıncılık

İgnacio Rodriguez, 42 yaşında kalp krizi geçirir. Bunun nasıl olduğuna kendisi bile inanamaz. Fakat, şirketini ayakta tutmak adına 18 saatlik çalışma temposu, saldırgan tavırları ve ailesine karşı vurdumduymazlığı düşünüldüğünde, bunun olması gayet doğaldır. Doktoru kendisine meditasyonu önerir. Önceleri bunu saçma bulan İgnacio, şirketindeki hızlı çalışma temposuna geri döner. Ancak bir süre sonra tekrar sıkışma hissiyle birlikte doktorunu dinlemeye karar verir.

Doktorunun tavsiyesi üzerine gittiği üstad, kendisine 7 tohumluk bir formül sunar. Her tohumu özenle ekmesi ve filizlendiklerinde bu tohumlardan bir ders alması gerekmektedir. Her tohumun filizlenmesi ardından, üstad’ın özlü sözlerini ve anlattığı değerli hikâyeleri, İgnacio ile birlikte siz de okuyucu olarak izleyebilir ve onlardan ders çıkarabilirsiniz.

Basit anlatım tarzı sayesinde çok kısa sürede bitirilebilecek bir kitap. Roman havası içinde, kişisel gelişim hikâyeleri sunuyor. Bu tarz kitapları, dinlenme ve rahatlama amaçlı okumanızı öneririm.

Bu arada yazar hakkında kitapta verilen bilgilerden de bahsedelim. Georgia Institute of Technology’de mühendislik okumuş ve Boston Üniversitesi’nde master yapmış. Uluslararası bir danışmanlık firması eşliğinde birçok firmaya koçluk yapıyor.

Emre Türker

03 Temmuz 2012

Mmmmmmmmmmm Nefis!

Pişenleri yedik
Pişirmeyi öğrendik
Pişirdik
Piştik
Pişirmeyi öğrettik
Ve sonra yeniden
Pişenleri yedik

Öğrenme ve öğretme, hayatı yaşama ve anlama üzerine kısa bir özetti bu pişirme. Tam demini almadan açık ve sade.

Emre Türker


Picture: flickr